Bütün maddi, manevi ve milli değerler hiç sayılarak “bebek katilinin” muhatap alındığı bir süreç yaşıyoruz. Peşine Fransa’da, bebek katilinin yol arkadaşı 3 teröristin öldürülmesi, PKK’ya verilen tavizlerin etkili ağızlardan medyaya yansıması, PKK sözcüsü vekillerin yeni yeni başlayan devlet aşkı, o hadsiz, tehditkâr söylemlerinin yerine iktidar ve devlete gülücükler dağıtması, yıllardır narkozda olan milletimizin birazcıkta olsa kendine gelmesine sebep oldu.
Başbakan artık oy oranlarından bahsetmeye başladı. Millet kavramını çok sık kullanmaya, istiklal ve hürriyete düşkünlüğünden bahsetmeye, Türk milletine tutkusundan bahsetmeye başladı.
Millet kavramını tam özümsememiş olacak ki, “Millet diyorsam bir etnik kökeni, bir inanç grubunu kastetmiyorum” diye de açıklama ihtiyacı hissetti. Sayın Başbakan! Bu ülkede kafatasına göre kim, insanları tasnif ediyor ki bu vurguyu yapma zorunluluğu hissediyorsunuz?
Yine Başbakan terörün vahşetinden, hiçbir şekilde meşruiyeti olamayacağından dem vuruyor. Anaları öne atıyor. Tek gayemiz analar ağlamasın, diyor.
Son on yıldır ve 2013’ün ilk gününden bu yana 1918’lerde Sevr’i hayata geçiremeyenlerin ve onlara uşaklık edenlerin, planlayıp, sonucu avuçlarını ovuşturarak bekledikleri Türkiye’nin bölünmesinin ilk ayağı olan, terörist başını aklayıp, siyaset zeminine indirip, isteklerini kabul etme sürecine geldik.
İfade ettiğim gibi; Bu süreç, görebilen için ne bebek katilinin ve ne de diğer terör elebaşlarının isteklerini, hedeflerini içeren bir süreç değildir. Bu süreç Sevr’in hayata geçirilme sürecidir. Bu süreç “Büyük İsrail” için kardeşi kardeşe kırdırıp, kukla bir Kürt devleti kurma sürecidir. Bu süreç haçlı emperyalizmin, Anadolu’yu 1071 öncesine götürme sürecidir.
İşte bu süreç için Erdoğan; “Yapayalnız da kalsak bu yoldan geri adım atmayacağız. Bugün de yeni süreçten umutluyuz. Acıdan, terörden ve kandan beslenenlere rağmen biz umutluyuz. Umudumuzu yitirmedik, umudumuzu kaybetmiyoruz. Temkinliyiz, dikkatliyiz ama umutluyuz” diyor.
Artık Başbakan nasıl bir psikoloji yaşıyorsa her ortamda temsil ettiği misyonun gücünden bahsediyor; “Bize kimse diz çöktüremez. Bizi hiç kimse teslim alamaz”.
Sayın Başbakan! 1990’larda ABD’ye “evet” dediğin gün diz çöktün, esir alındın. 1 Mart tezkeresinde, diz çöktün. Papaz heykeli altında AB’ye attığın imzayla diz çöktün. Diyalogun siyasi ayağı olmaya evet, dediğin gün, diz çöktün.
Besmele ile kilise açtığın gün, diz çöktün. Papazlarla iftar yaptığın, çıkardığın kanunlarla onları ihya ettiğin gün, diz çöktün.
Büyük Ortadoğu Projesi’ne “evet” dediğin gün, diz çöktün. Afganistan’a “evet” dediğin gün, diz çöktün. Libya’ya “evet” dediğin gün, diz çöktün. İsrail’in onca kalleşliğine hiçbir yaptırımın olmadığı için diz çöktün. Şehit kanıyla sulanmış bu toprakları, NATO toprağı saydığın gün, diz çöktün… Ve şimdi bebek katili, idam mahkûmu karşısındasın. Ayakta mı sanıyorsun kendini?
Başbakanın tarifiyle, terör vahşettir, kandır, gözyaşıdır. İşte kendini teröre adayan üç terörist Fransa’da öldürüldü. Cenazeleri Türkiye’ye getirildi. Ve hükümet, devleti teröre diz çöktürdü.
Benim ülkemde, benim bayrağımı indirip terör örgütünün bayrağını astılar. Cenaze organizasyonunda güvenliği asker ve polis değil kendileri sağladılar! Tabutların üzerinde bile manevi simgelerimiz değil terör örgütünün simgeleri vardı. Cenaze araçlarındaki hilaller bile kapatılmıştı. Bunun adı diz çökmektir, diz çöktürülmektir.
Sadece hükümet mi “diz çöktü”?
Gelinen noktada millete rağmen “milliyetçilik” yapan MHP, diz çökmüştür. Atatürk’e rağmen “Atatürkçülük” yapan CHP, diz çökmüştür. Başka? Medya zaten diz çökmüştü.
Milliyet; “Diyarbakır barış dedi”
Sabah; “Hepimiz barışız”
Akşam; “Diyarbakır sözünü tutmuştu”
Cumhuriyet; “Artık barış zamanı”
Vatan; “Nihayet sağduyu”
Bir gün “Amed’de barış denizi”
Yeni Şafak; “Çözüm umudu ilk sınavı geçti”
Star; “Herkesin gönlü barıştan yana”
Bugün; “Siyah beyaz mesaj”
Habertürk; “Bu sefer olacak galiba”
Taraf; “Türkiye barışa hazır”
Yeni Akit; “Diyarbakır’da korkulan olmadı”
AKP’nin sözcülüğünü yapan köşe yazarlarını geçtim, “ulusalcı” geçinen köşe yazarlarını da yazmıyorum. Çünkü hepsinin bin bir cümleyle gerçeği saklayıp, pembe balonlar çizerek anlatmaya çalıştıklarını, ABD’nin, Türkiye uzmanı Henry Barkey tek cümlede özetliyordu; “Bir dereceye kadar cinayetlerin arkasında kimin olduğu önemli değil. Çünkü başarılı olamadılar.”
Hangi konuda başarılı olamadılar?
Başbakan artık oy oranlarından bahsetmeye başladı. Millet kavramını çok sık kullanmaya, istiklal ve hürriyete düşkünlüğünden bahsetmeye, Türk milletine tutkusundan bahsetmeye başladı.
Millet kavramını tam özümsememiş olacak ki, “Millet diyorsam bir etnik kökeni, bir inanç grubunu kastetmiyorum” diye de açıklama ihtiyacı hissetti. Sayın Başbakan! Bu ülkede kafatasına göre kim, insanları tasnif ediyor ki bu vurguyu yapma zorunluluğu hissediyorsunuz?
Yine Başbakan terörün vahşetinden, hiçbir şekilde meşruiyeti olamayacağından dem vuruyor. Anaları öne atıyor. Tek gayemiz analar ağlamasın, diyor.
Son on yıldır ve 2013’ün ilk gününden bu yana 1918’lerde Sevr’i hayata geçiremeyenlerin ve onlara uşaklık edenlerin, planlayıp, sonucu avuçlarını ovuşturarak bekledikleri Türkiye’nin bölünmesinin ilk ayağı olan, terörist başını aklayıp, siyaset zeminine indirip, isteklerini kabul etme sürecine geldik.
İfade ettiğim gibi; Bu süreç, görebilen için ne bebek katilinin ve ne de diğer terör elebaşlarının isteklerini, hedeflerini içeren bir süreç değildir. Bu süreç Sevr’in hayata geçirilme sürecidir. Bu süreç “Büyük İsrail” için kardeşi kardeşe kırdırıp, kukla bir Kürt devleti kurma sürecidir. Bu süreç haçlı emperyalizmin, Anadolu’yu 1071 öncesine götürme sürecidir.
İşte bu süreç için Erdoğan; “Yapayalnız da kalsak bu yoldan geri adım atmayacağız. Bugün de yeni süreçten umutluyuz. Acıdan, terörden ve kandan beslenenlere rağmen biz umutluyuz. Umudumuzu yitirmedik, umudumuzu kaybetmiyoruz. Temkinliyiz, dikkatliyiz ama umutluyuz” diyor.
Artık Başbakan nasıl bir psikoloji yaşıyorsa her ortamda temsil ettiği misyonun gücünden bahsediyor; “Bize kimse diz çöktüremez. Bizi hiç kimse teslim alamaz”.
Sayın Başbakan! 1990’larda ABD’ye “evet” dediğin gün diz çöktün, esir alındın. 1 Mart tezkeresinde, diz çöktün. Papaz heykeli altında AB’ye attığın imzayla diz çöktün. Diyalogun siyasi ayağı olmaya evet, dediğin gün, diz çöktün.
Besmele ile kilise açtığın gün, diz çöktün. Papazlarla iftar yaptığın, çıkardığın kanunlarla onları ihya ettiğin gün, diz çöktün.
Büyük Ortadoğu Projesi’ne “evet” dediğin gün, diz çöktün. Afganistan’a “evet” dediğin gün, diz çöktün. Libya’ya “evet” dediğin gün, diz çöktün. İsrail’in onca kalleşliğine hiçbir yaptırımın olmadığı için diz çöktün. Şehit kanıyla sulanmış bu toprakları, NATO toprağı saydığın gün, diz çöktün… Ve şimdi bebek katili, idam mahkûmu karşısındasın. Ayakta mı sanıyorsun kendini?
Başbakanın tarifiyle, terör vahşettir, kandır, gözyaşıdır. İşte kendini teröre adayan üç terörist Fransa’da öldürüldü. Cenazeleri Türkiye’ye getirildi. Ve hükümet, devleti teröre diz çöktürdü.
Benim ülkemde, benim bayrağımı indirip terör örgütünün bayrağını astılar. Cenaze organizasyonunda güvenliği asker ve polis değil kendileri sağladılar! Tabutların üzerinde bile manevi simgelerimiz değil terör örgütünün simgeleri vardı. Cenaze araçlarındaki hilaller bile kapatılmıştı. Bunun adı diz çökmektir, diz çöktürülmektir.
Sadece hükümet mi “diz çöktü”?
Gelinen noktada millete rağmen “milliyetçilik” yapan MHP, diz çökmüştür. Atatürk’e rağmen “Atatürkçülük” yapan CHP, diz çökmüştür. Başka? Medya zaten diz çökmüştü.
Milliyet; “Diyarbakır barış dedi”
Sabah; “Hepimiz barışız”
Akşam; “Diyarbakır sözünü tutmuştu”
Cumhuriyet; “Artık barış zamanı”
Vatan; “Nihayet sağduyu”
Bir gün “Amed’de barış denizi”
Yeni Şafak; “Çözüm umudu ilk sınavı geçti”
Star; “Herkesin gönlü barıştan yana”
Bugün; “Siyah beyaz mesaj”
Habertürk; “Bu sefer olacak galiba”
Taraf; “Türkiye barışa hazır”
Yeni Akit; “Diyarbakır’da korkulan olmadı”
AKP’nin sözcülüğünü yapan köşe yazarlarını geçtim, “ulusalcı” geçinen köşe yazarlarını da yazmıyorum. Çünkü hepsinin bin bir cümleyle gerçeği saklayıp, pembe balonlar çizerek anlatmaya çalıştıklarını, ABD’nin, Türkiye uzmanı Henry Barkey tek cümlede özetliyordu; “Bir dereceye kadar cinayetlerin arkasında kimin olduğu önemli değil. Çünkü başarılı olamadılar.”
Hangi konuda başarılı olamadılar?
Akın Aydın / diğer yazıları
- Fuhuş kökünden fahiş fiyatlar / 24.04.2024
- Arzusu millî egemenliğe dayanan Türk devleti kurmaktı / 23.04.2024
- Ekrem İmamoğlu’na açık mektup / 22.04.2024
- Erdoğan anlattığı kıssayı bile unuttu / 21.04.2024
- Devletin malı deniz, yiyen ıstakoz / 20.04.2024
- Hayber’deki 'Demir Kubbe'yi yıkan adam / 19.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -2- / 18.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -1- / 17.04.2024
- İsrail, İslam dünyasının acziyetini ispatladı / 15.04.2024
- ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan’ / 14.04.2024
- Arzusu millî egemenliğe dayanan Türk devleti kurmaktı / 23.04.2024
- Ekrem İmamoğlu’na açık mektup / 22.04.2024
- Erdoğan anlattığı kıssayı bile unuttu / 21.04.2024
- Devletin malı deniz, yiyen ıstakoz / 20.04.2024
- Hayber’deki 'Demir Kubbe'yi yıkan adam / 19.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -2- / 18.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -1- / 17.04.2024
- İsrail, İslam dünyasının acziyetini ispatladı / 15.04.2024
- ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan’ / 14.04.2024