Önceki gün ABD Kongresi'nde insanlık tarihinin "en utanç verici" gününe şahit olduk. Dünyanın gözü önünde 40 bine yakın sivili acımasızca katleden İsrail'in başbakanı Netanyahu ABD Kongresi'nde 1 saate yakın yalanlarla dolu bir konuşma yaptı ve ABD'li senatörler defalarca bu katili, bu soykırımcıyı alkışladı.
Emin olun ki, eski ABD Başkanı Trump ya da mevcut ABD Başkanı Biden bu kadar alkışlanmamıştır. ABD'nin kalbinde, kongre binasında gerçekleşen bu alkış şovu, 7 Ekim'den bugüne Gazze'de gerçekleşen sivil katliamının tek sorumlusunun İsrail olmadığını bir kez daha göstermiş oldu.
Netanyahu, konuşmasında Gazze'de, sivillerin öldürülmesiyle ilgili açıklamaların "yalan" olduğunu öne sürerek, "Duyduğunuz tüm yalanlara rağmen Gazze, şehir savaşları tarihinde savaşmayan sivillerin savaşanların kayıplarına göre en düşük olduğu yerdir" iddiasında bulundu. Netanyahu'nun bu açıklamasına ve de ona alkışlarla destek olanların tavrına bakılırsa, onların ne uluslararası toplumu ne de uluslararası hukuku takmadıklarını görürüz.
Çünkü Gazze'de soykırım yapıldığı, sivillerin katledildiği, okulların, hastanelerin, BM tesislerinin, camilerin, kiliselerin, evlerin, hatta çadırların bombalandığı gerçeklerini ortaya koyan sadece Filistin Sağlık Bakanlığının verileri değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletlerin, uluslararası insan hakları örgütlerinin verileri.
Bugüne kadar birçok rapor açıklanmasına rağmen, üstelik Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) başlayan soykırım davasında sunulan delillerin makul olduğu açıkça belirtilmesine rağmen, Netanyahu'nun bu gerçekleri yok kabul ederek inkar etmesi, gerçekten tüm dünya ve tüm insanlıkla dalga geçtiklerinin bir ispatıdır.
Soykırım yapan İsrail ve ona her türlü desteği sağlayan ve kongresinde, yapılan soykırıma alkış tutan ABD, BM'yi UAD'yi, UCM'yi, kısaca uluslararası toplumu yok kabul etmektedir. Halbuki zamanında bu kurumların kurulmasını sağlayan da ABD'nin bizzat kendisiydi. ABD'nin ve İsrail'in menfaatlerine olduğu zaman bu kurum ve kuruluşlar baş üstü, aleyhlerinde olduğu zaman yok hükmünde.
Bu aşamada esasen yapılması gereken, Birleşmiş Milletlerin yapısının acilen değiştirilmesi ve soykırıma alkış tutanların veto yetkililerinin ellerinden alınmasıdır. Soykırıma bu şekilde desteğin mutlaka bir bedeli olmalı ve soykırımcılara bu bedel ödettirilmeli.
Netanyahu, kongredeki konuşmasında 7 Ekim 2023'deki Hamas'ın saldırılarının ABD'deki 1941 Pearl Harbor ve 2001 İkiz Kule saldırılarına benzediğini savundu.
Esasen haklı olduğu tek konu da buydu. Tarihi gerçekler, gerek Pearl Harbor saldırısının, gerekse 11 Eylül İkiz Kule saldırılarının "danışıklı" ve "planlı" yapıldığını ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki; ABD öyle ya da böyle atom bombalarını Japonya üzerinde kullanmak istiyordu, bahane gerekiyordu ve Pearl Harbor saldırısı ortaya çıktı. Japon savaş uçaklarının binlerce kilometreden yola çıkıp ABD'ye gelmesini ABD'nin bilmemesi, fark etmemesi mümkün değil. Bu saldırıya göz yumuldu ve atom bombasının kullanımı için gerekçe üretildi.
11 Eylül saldırılarının da içeriden destek almadan gerçekleşemeyeceğini zaten ABD'li strateji uzmanları ifade ediyor. Bununla ilgili birçok kitap ve makaleler yazıldı.
ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi için düğmeye basması gerekiyordu, bir gerekçeye ihtiyacı vardı ve 11 Eylül saldırıları bunun gerekçesi oldu.
Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği saldırı da İsrail ve Netanyahu tarafından net bir şekilde biliniyordu. Mısırlı yetkililer böyle bir saldırının olacağının istihbaratını İsrail'e saldırıdan 3 gün önce haber verdiklerini açıklamışlardı.
İsrail yönetimi, bu saldırıyı biliyordu, güvenlik duvarlarını aşağıya indirdiler, can kaybı fazla olsun diye festivalin saldırı bölgesinde olmasına göz yumdular ve bu saldırıları gerekçe göstererek de 7 Ekim'den bu yana hem Gazze'yi, hem de Batı Şeria'yı işgal etmeye, sivilleri katletmeye devam ediyorlar.
Netanyahu'nun konuşmasında dikkatimi çeken diğer bir husus da, ABD ve İsrail'in birlikte Orta Doğu'da İran tehdidiyle mücadele etmek için bir "güvenlik ittifakı" kurabileceğini kaydederek, "Bu güvenlik ittifakına İsrail'le barış içinde olan ya da olmak isteyen tüm ülkeler davet edilmelidir. Öngördüğüm yeni ittifak, Abraham Anlaşmaları'nın doğal uzantısı olarak görülebilir. Bu anlaşma sayesinde İsrail ve 4 Arap ülkesi arasında barış sağlandı. Bunu Demokratlar da Cumhuriyetçiler de destekledi. Bu yeni ittifak için bir isim de düşündüm. Yeni ittifakın adı 'Abraham İttifakı' diyelim" açıklamasıydı.
Bu aşamadan sonra Netanyahu'nun bu planı devreye koyamayacağını şimdiden söyleyebilirim. Neden mi? Çünkü ABD'nin baskısıyla İsrail ile Abraham Anlaşmaları imzalayan ülkeler bile bugün yönünü BRICS'e yöneltti. Örneğin Mısır, artık BRICS üyesi. Suudi Arabistan, yine BRICS üyesi.
Dünya ülkeleri baskı ve sömürüye dayalı bir Batı ittifakından, kazan-kazan sisteminin uygulandığı BRICS'e yönünü çevirmiş durumda. İsrail'in düşman olarak kabul ettiği İran da o ülkelerle beraber artık BRICS üyesi…
Bize ABD-İsrail ikilisine "Kaçtı Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye" demek düşer.
- ‘Atatürk'ün Müslümanlığı bunların hepsine nal toplatır’ / 17.09.2024
- Ülkemizde aile kurumu çatırdıyor / 14.09.2024
- Kıbrıs’taki anlaşma, ulusal güvenliğimizi tehdit ediyor / 13.09.2024
- Şirketler iflas ederken işsizlik düşüyor! / 11.09.2024
- Bütçede ‘kara delik’ büyüyor / 10.09.2024
- OVP’de milletin payına vergi artışı düştü / 07.09.2024
- OVP millete nasıl yansıyacak? / 06.09.2024
- Türk milletinin tamamı Mustafa Kemal’in askeridir / 04.09.2024
- Kendine değil, vatandaşa çalışacak siyaset lazım / 31.08.2024