Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ey bu günümüzü sağlayan, Ulu Atatürk: Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Ne mutlu Türküm diyen!
İşte Türk çocuğundan bu yüce andımızı kıskandılar, ona bunu çok gördüler.
Neymiş efendim!
Andımızdan sık sık Türk ve Atatürk geçiyor.
Senin dilini eşek arısı soksun derdi Prof. Dr. Haydar Baş hocam.
Türk demek kadim tarihimizde "Din" demekle eş değerdir.
Atatürk demek ise, Haydar Baş Bey'in tanım ve tarifine göre şu anlamlarla eş değerdir:
Atatürk vatandır.
Atatürk bayraktır.
Atatürk namustur.
Atatürk birleştirici harçtır.
Söyle bakalım şimdi…
Türk'ün çağrıştırdığı "Din"den mi rahatsız oluyorsunuz?
Yoksa…
Vatanın ruhu ve bedeni olana büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ten mi rahatsızsınız?
İkisine birden olan bu karşıtlığınızın sonucu ülkede bütün ölçüler ve temel değerler ters yüz oluverdi.
En son bunun örneğini Trabzon'da yaşanan ve büyük bir hezeyanla sonuçlanan çocuk skandalıyla izledik.
Bacak kadar bir çocuk üzerinden topluma kusulan nefret dilinin daniskasına şahit olduk.
Bu çocuk her sabah "Türküm, doğruyum çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak" diye okuduğu andımızdan dolayı mı bu hale dönüştü.
Yoo…
Sizin her fırsatta kullandığınız bu nefret dilinizi içine çeke çeke ve bunu da belli bir siyasi çıkar uğruna kullanmak için kurgulanan bir suç makinesine dönüştürüldü maalesef.
Bu çocuğun kullandığı ayrıştırıcı dili ona kim ezberletti ve neden?
Şimdi ya bütün çocuklar da buna özenirse bu durum anayasal bir suç ve kaygı haline dönüşmez mi?
Nasıl oynadınız kurucu değerlerimizle.
Nasıl da ayarlarını bozdunuz Cumhuriyetimizin fabrika değerlerini.
Birlik ve kardeşliğin sokaktaki tek yansıması çocukların el ele tutuşarak oynamaları kalmıştı, bunu bile topluma çok gördünüz.
Asıl kafa yormanız gereken şey, ülkenin ekonomik olarak yedi kat yerin dibinde olmasına çareler bulmaktır.
Ama bu anlayışa sahip kafalarda artık çözüm ve çare adına tek bir nesne kalmamış çok açık.
20 yıldır size; "etmeyin gitmeyin. Bu milleti bölüyorsunuz. Bu devletin kurumlarının ayarlarıyla oynamayın. Bu milletin aile kurumuyla oynamayın" şeklinde binlerce nasihatlerde bulunulmasına karşı hep sopa ile mukabelede bulundunuz.
Allah bunun hesabını çok ağır soracak bundan kaçışınız katiyen mümkün olamayacak.
Bu dünyada öyle böyle zamanınızı doldurursunuz belki.
Hep hesap sormayı gaye edindiniz ve sizin gibi düşünmeyenlere hapishaneleri ikinci adres yaptınız.
Bakın BTP Lideri Hüseyin Baş Bey yüz yıllar ötesine ışık tutacak hangi öğütlerde bulunuyor:
"Bugün siyasete bakın sanki hiç ölmeyecek ve hesap vermeyecekmiş gibi davranıyor. Muhalefet iktidardan, iktidar ise muhalefetten hesap sormanın derdinde. Hiç biri hesap vermeyi aklından bile geçirmemekte. İşte bizim siyasetteki farkımızda budur. Biz hesap sormaya değil, hesap verme şuuru ile hareket etmeyi ilke edinmiş bir anlayışız. Hesap vermeyi düşünen insan ancak Türkiye'yi bir ve beraber yapabilir."
Türkiye'nin ve Atatürk Cumhuriyetinin ayağa kalkması ve kalkınması ancak ve ancak bu anlayışa sahip bir liderin eliyle mümkün olabilir.
O yüzden bana göre Hüseyin Baş Bey'in ülke idaresinde yer alması, Milli Güvenliğimiz açısından zaruri bir durumdur.
Yoksa vatanın yerinde yeller eserse, bunları yazmanın ve konuşmanın o taktirde zaten bir anlamı da kalmaz.
Aklını başına devşir aziz milletim!
- Türkiye uyuşturucu batağında! / 27.06.2025
- Atatürk’ün kurduğu fabrikalar / 26.06.2025
- Bu vebal, Abdülhamit’in boynunadır! / 25.06.2025
- Atatürk’e kumpas kuran alçak şerefsiz! / 24.06.2025
- Muhalefet tek çatı altında birleşmeli / 19.06.2025
- Türk ordusu hazır olmalı! / 17.06.2025
- MİT’in içinde MOSSAD ajanı var mı? / 16.06.2025
- Atatürk’e kumpas kuran alçak şerefsiz! / 11.06.2025
- Anayasa kalsın, lütfen siz gidiniz! / 06.06.2025