İdeolojilerin öldüğünü söyleyenlerin ve böyle inananların hakim olduğu bu dönemde, "borçlanma ideolojisi' nden söz etmenin zorluğunu biliyoruz. Ama gerçeği söylemekten de geri duramıyoruz. İdeolojilerin öldüğüne inananlardan biri de Başbakan Erdoğan'dır. Başbakan diyor ki: "Ne etnik ideoloji, ne de dini ideoloji kalıcı oluyor". O, zaman Başbakana neyin kalıcı olduğunu sormamız gerekiyor. Eğer bu değerler kalıcı değilse, kalıcı olan nadir? Başbakan bu söylediklerinde samimi. Samimi olmasaydı, Müslüman Ülkelerin toplantısında şunları söylemezdi : " İslam ortak pazarı anlayışını doğru bulmuyorum. Çünkü ne olursa olsun bu birliktelikleri ne etnik, ne dini kökene, ne de coğrafyaya bağlı olarak düşüneceğiz".
Bazıları şöyle sorabilir:" Başbakanımızın böyle söylediği bir yerde, siz nasıl olup da borçlanma ideolojisinden söz edebiliyorunuz?". Bu sorunun cevabını biz vermiyelim. Bizim için değil ama böyle düşünenler için inandırıcı olması bakımından cevabı yabancı yazarlara bırakalım. Mesela ABD'li Neom Chomsky'ye.
Chomsky, Nation Dergisi'ne verdiği mülakatta şöyle diyordu:"Dünya nüfusunun yarıdan fazlası, resmen kendi milli politikaları üzerinde teorik düzeyde bile kontrole sahip değildir. Haciz yönetimi altındadırlar. Ekonomik politikaları, aslında ekonomik olmayan, aksine ideolojik bir tasarım olan borç krizleri sonucunda Washington' daki bürokratlar tarafından yönetilmektedir". Görüldüğü gibi, Chomsky'ye göre borç, ideolojik bir tasarımdır.
Bir başka Batılı yazar olan Federe ise
Şöyle der: "Devletlerin borçlanması, özellikle iç borçlanması ekonomik zorunluluktan değil, ideolojik bir tercihtendir". Öyleyse iç borçlanmanın amacı ne olabilir? Federe'nin cevabı şöyle:"Bunu tek amacı olabilir? O da birilerine devlet eliyle kaynak aktarmaktır". Federe'ye göre, "bağımsız olan bir devlet iç borçlanmaya gitmez, senyoraj hakkını kullanarak para basar".
Para basma sözünü duyar duymaz borçlanma ideolojisine inananları bir korku sarar. "Hemen para basma mı? Aman aman ağzından yel alsın, ülke batar" demeye başlarlar. Halbuki tarih, para bastığı için batan bir ülke kaydetmiyor. Ama borçlandığı için batan ülke çok. Bunlardan biri de, ne yazıkki, bir dünya devleti olan Osmanlı'dır.
İsterseniz gelin, karşılığı üretim olmayan borçlanma ile para basmayı mukayese edelim. Para basmanın maliyeti nedir? Kağıt ve mürekkep. Borçlanmanın maliyeti ise faiz ve ana paranın taksitleridir. Ekonomik mantıkla bakınca, hankisinin tercih edilmesi gerekir? Tabii olarak para basma tercih edilmelidir. Ama borçlanma ideolojisine inananlar böyle düşünemezler, bunu yapamazlar. Bir başka deyişle, ekonomisinin idaresini IMF'ye ihale edenler, para basmaya yanaşamazlar.
Eskişehirli sanayici Metin Erözlü, para basılınca olacak olanları şöyle anlatıyor: "Para basma kararının alınmasını müteakip, hiç şüphe yok ki, mevcut düzende mutlu olan faiz, rant ve spekülasyon kazancı sahipleri ve onların güçlü lobileri hücuma geçecekler. Ne var ki, bu karşı çıkmalara ve hücumlara verilecek tarihe, kültüre, medeniyete, dine ve ahlaka dayalı doğru ve evrensel cevaplar var. İş ki bu cevapları verecek inanca ve kararlılığa sahip olalım". Bu hükümet, sanayici Metin Erözlü'nün tekliflerine sıcak bakar mı? Bakmaz, çünkü AKP'liler de " devlet borçlanmadıkça kalkınmaz" diyen İttihat ve Terakki'nin malıyecisi Cavit Bey gibi düşünüyorlar. Aynı dönemlerde İstanbul valisi olan S. Kani İrdem'de "ya borçlanma, ya ölüm" diyordu.
İşte bu zihniyet, bu ideoloji, Türk milletini "ya istiklal, ya ölüm" demeye kadar götürdü. Atatürk bu durumu şöyle anlatıyordu: "O kadar borçlanıyorlar ki, o kadar kötü şartlarda borçlanıyorlardı ki, borçların faizlerini bile ödemek mümkün olmadı. En nihayet Osmanlı'nın iflasına hükmettiler. Mali işler kontrol altına alınmış, başımıza 'Duyun-u Umumiye' belası çıkmıştır". Peki bu günkü durumumuz bundan farklı mı? Hayır, farklı değil. Öyleyse, tek kurtuluş yolu, Kuvayi Milliyecilerin yaptığını yapmaktır.
Bazıları şöyle sorabilir:" Başbakanımızın böyle söylediği bir yerde, siz nasıl olup da borçlanma ideolojisinden söz edebiliyorunuz?". Bu sorunun cevabını biz vermiyelim. Bizim için değil ama böyle düşünenler için inandırıcı olması bakımından cevabı yabancı yazarlara bırakalım. Mesela ABD'li Neom Chomsky'ye.
Chomsky, Nation Dergisi'ne verdiği mülakatta şöyle diyordu:"Dünya nüfusunun yarıdan fazlası, resmen kendi milli politikaları üzerinde teorik düzeyde bile kontrole sahip değildir. Haciz yönetimi altındadırlar. Ekonomik politikaları, aslında ekonomik olmayan, aksine ideolojik bir tasarım olan borç krizleri sonucunda Washington' daki bürokratlar tarafından yönetilmektedir". Görüldüğü gibi, Chomsky'ye göre borç, ideolojik bir tasarımdır.
Bir başka Batılı yazar olan Federe ise
Şöyle der: "Devletlerin borçlanması, özellikle iç borçlanması ekonomik zorunluluktan değil, ideolojik bir tercihtendir". Öyleyse iç borçlanmanın amacı ne olabilir? Federe'nin cevabı şöyle:"Bunu tek amacı olabilir? O da birilerine devlet eliyle kaynak aktarmaktır". Federe'ye göre, "bağımsız olan bir devlet iç borçlanmaya gitmez, senyoraj hakkını kullanarak para basar".
Para basma sözünü duyar duymaz borçlanma ideolojisine inananları bir korku sarar. "Hemen para basma mı? Aman aman ağzından yel alsın, ülke batar" demeye başlarlar. Halbuki tarih, para bastığı için batan bir ülke kaydetmiyor. Ama borçlandığı için batan ülke çok. Bunlardan biri de, ne yazıkki, bir dünya devleti olan Osmanlı'dır.
İsterseniz gelin, karşılığı üretim olmayan borçlanma ile para basmayı mukayese edelim. Para basmanın maliyeti nedir? Kağıt ve mürekkep. Borçlanmanın maliyeti ise faiz ve ana paranın taksitleridir. Ekonomik mantıkla bakınca, hankisinin tercih edilmesi gerekir? Tabii olarak para basma tercih edilmelidir. Ama borçlanma ideolojisine inananlar böyle düşünemezler, bunu yapamazlar. Bir başka deyişle, ekonomisinin idaresini IMF'ye ihale edenler, para basmaya yanaşamazlar.
Eskişehirli sanayici Metin Erözlü, para basılınca olacak olanları şöyle anlatıyor: "Para basma kararının alınmasını müteakip, hiç şüphe yok ki, mevcut düzende mutlu olan faiz, rant ve spekülasyon kazancı sahipleri ve onların güçlü lobileri hücuma geçecekler. Ne var ki, bu karşı çıkmalara ve hücumlara verilecek tarihe, kültüre, medeniyete, dine ve ahlaka dayalı doğru ve evrensel cevaplar var. İş ki bu cevapları verecek inanca ve kararlılığa sahip olalım". Bu hükümet, sanayici Metin Erözlü'nün tekliflerine sıcak bakar mı? Bakmaz, çünkü AKP'liler de " devlet borçlanmadıkça kalkınmaz" diyen İttihat ve Terakki'nin malıyecisi Cavit Bey gibi düşünüyorlar. Aynı dönemlerde İstanbul valisi olan S. Kani İrdem'de "ya borçlanma, ya ölüm" diyordu.
İşte bu zihniyet, bu ideoloji, Türk milletini "ya istiklal, ya ölüm" demeye kadar götürdü. Atatürk bu durumu şöyle anlatıyordu: "O kadar borçlanıyorlar ki, o kadar kötü şartlarda borçlanıyorlardı ki, borçların faizlerini bile ödemek mümkün olmadı. En nihayet Osmanlı'nın iflasına hükmettiler. Mali işler kontrol altına alınmış, başımıza 'Duyun-u Umumiye' belası çıkmıştır". Peki bu günkü durumumuz bundan farklı mı? Hayır, farklı değil. Öyleyse, tek kurtuluş yolu, Kuvayi Milliyecilerin yaptığını yapmaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018