Gerek sosyal medyada gerekse televizyon ekranlarında gördüğümüz "Erzurum'dan kış manzaraları" sanki elimizden tutup bizi çocukluk çağlarımıza, ilkokul yıllarımıza götürüyor.
Buzda kayarak okula doğru yol aldığımız çağlar?
Bazen ayağımızdaki kara lastiklerle bazen de çantalarımızın üzerinde kayarken buzun kırıldığı ve ayağımızdaki yün çorabın mantar gibi ıslanıp ayağımızı dondurduğu günler?
Erzurum'un Oltu ilçesine bağlı Özdere köyü "aşağı köy-yukarı köy" şeklinde ifade ettiğimiz gibi iki mahalledir ve ikisi arasında yaklaşık üç kilometre yol vardır. Nüfus yoğunluğu ve hane çoğunluğu aşağıda olduğu için ilkokulumuz da haliyle aşağıda ve biz "yukarı köylüler" her gün, karda-kışta, tipide-boranda akşam-sabah bu yolu kat etmek zorundayız.
Karadağ'dan doğan, bizim köyde şekillenen ve daha aşağılarda diğer derelere karışarak Oltu Çayına ve dolayısıyla Çoruh Nehrine, oradan da Kara denize ulaşan akarsuyumuz biz çocuklar için kış mevsimlerinde buz pisti durumunda idi.
Kışlık kıyafet olarak siyah önlüğün altına giydiğimiz yün kazak ve ayağımızdaki yün çoraplardan başka bir şey hatırlamıyorum.
Kış geldi kar yağdı, kara lastikleri çıkaralım botlarımızı, çizmelerimizi giyelim ya da önlüğün üstünden paltolarımızı, parkelerimizi giyelim demek gibi bir lüksümüz yoktu.
Çoğu sabahlar bizi lapa lapa yağan kar yağışı ile ve yağan karı suratımızı tokat gibi çarpan fırtına ile karşılardı. Köyün çıkışında toplanıp yola çıkarken hep şu soruyu sorardık bir birimize; "acaba bugün erkenden aşağı köye bir giden olmuş mudur?"
Kar kalınlığı dizlerimizi çoktan aştığı için ve akşamki izler de kaybolduğu için bir giden olmuşsa onun izine basarak yol alacağız çünkü.
Yukarıda sözünü ettiğimiz dere boyunca buzlar da karla kaplandığı için böyle sabahlarda kayarak yol alma imkanı da olmazdı.
Çocuk halimizle karları yara yara, nerdeyse ellerimizi ve ayaklarımızı hissetmez durumda okula ulaştığımızda bazen ders başlamış olurdu ve bazı öğretmenlerimiz "neden geç kaldınız" fırçasının ardından tek ayak üzerine bekleme cezası verirdi bazıları da cetvelle hissetmediğimiz ellerimize saydırırdı.
Çocukluk işte, sabah çektiğimiz çileği, sıkıntıyı sobayı görünce, biraz ısınınca unuturduk ve akşam aynı yolu gideceğimizi hiç düşünmeden teneffüs aralarında, öğle arasında kayağa devam ederek çoraplarımızı yine ıslatırdık.
Son derse girdiğimizde öğretmenin gözlerine bakardık ve "yukarı köylüler çıksın" demesini beklerdik, bazıları ısrarla zil çalana kadar bekletirlerdi.
Akşamın ayazı bütün hışmıyla çökmüş, ayaklarda yün çoraplar mantar gibi ıslanmış olarak "yukarı köye" doğru yola çıkardık, üstelik bu sefer kayma şansımız da yok, çünkü yolumuz yokuş.
İki ablamla beraber gittiğimiz yılları hatırlıyorum, her akşam okul dönüşü eve girer girmez ses sese vererek ağlamalarımız başlardı, çünkü keskin ayazdan sıcağa giren ellerimiz kılıç yarası gibi sızlardı ve rahmetli babam derhal soğuk su ile dolu tasın içine sokardı ellerimizdeki sızlamalar hafiflerdi biraz.
Beş yıllık ilkokulu bu şartlarda bitirdikten sonra ben aynı yolu bu sefer aşağı köyün imamında hafızlık yapmak için üç sene daha gittim geldim.
Her şeye rağmen geriye dönüp baktığımızda; buzda kaydığımız günler olsaydı diyoruz, çünkü gençlik gelip geçti, bir daha gelmemek üzere.
Buzda kayarak okula doğru yol aldığımız çağlar?
Bazen ayağımızdaki kara lastiklerle bazen de çantalarımızın üzerinde kayarken buzun kırıldığı ve ayağımızdaki yün çorabın mantar gibi ıslanıp ayağımızı dondurduğu günler?
Erzurum'un Oltu ilçesine bağlı Özdere köyü "aşağı köy-yukarı köy" şeklinde ifade ettiğimiz gibi iki mahalledir ve ikisi arasında yaklaşık üç kilometre yol vardır. Nüfus yoğunluğu ve hane çoğunluğu aşağıda olduğu için ilkokulumuz da haliyle aşağıda ve biz "yukarı köylüler" her gün, karda-kışta, tipide-boranda akşam-sabah bu yolu kat etmek zorundayız.
Karadağ'dan doğan, bizim köyde şekillenen ve daha aşağılarda diğer derelere karışarak Oltu Çayına ve dolayısıyla Çoruh Nehrine, oradan da Kara denize ulaşan akarsuyumuz biz çocuklar için kış mevsimlerinde buz pisti durumunda idi.
Kışlık kıyafet olarak siyah önlüğün altına giydiğimiz yün kazak ve ayağımızdaki yün çoraplardan başka bir şey hatırlamıyorum.
Kış geldi kar yağdı, kara lastikleri çıkaralım botlarımızı, çizmelerimizi giyelim ya da önlüğün üstünden paltolarımızı, parkelerimizi giyelim demek gibi bir lüksümüz yoktu.
Çoğu sabahlar bizi lapa lapa yağan kar yağışı ile ve yağan karı suratımızı tokat gibi çarpan fırtına ile karşılardı. Köyün çıkışında toplanıp yola çıkarken hep şu soruyu sorardık bir birimize; "acaba bugün erkenden aşağı köye bir giden olmuş mudur?"
Kar kalınlığı dizlerimizi çoktan aştığı için ve akşamki izler de kaybolduğu için bir giden olmuşsa onun izine basarak yol alacağız çünkü.
Yukarıda sözünü ettiğimiz dere boyunca buzlar da karla kaplandığı için böyle sabahlarda kayarak yol alma imkanı da olmazdı.
Çocuk halimizle karları yara yara, nerdeyse ellerimizi ve ayaklarımızı hissetmez durumda okula ulaştığımızda bazen ders başlamış olurdu ve bazı öğretmenlerimiz "neden geç kaldınız" fırçasının ardından tek ayak üzerine bekleme cezası verirdi bazıları da cetvelle hissetmediğimiz ellerimize saydırırdı.
Çocukluk işte, sabah çektiğimiz çileği, sıkıntıyı sobayı görünce, biraz ısınınca unuturduk ve akşam aynı yolu gideceğimizi hiç düşünmeden teneffüs aralarında, öğle arasında kayağa devam ederek çoraplarımızı yine ıslatırdık.
Son derse girdiğimizde öğretmenin gözlerine bakardık ve "yukarı köylüler çıksın" demesini beklerdik, bazıları ısrarla zil çalana kadar bekletirlerdi.
Akşamın ayazı bütün hışmıyla çökmüş, ayaklarda yün çoraplar mantar gibi ıslanmış olarak "yukarı köye" doğru yola çıkardık, üstelik bu sefer kayma şansımız da yok, çünkü yolumuz yokuş.
İki ablamla beraber gittiğimiz yılları hatırlıyorum, her akşam okul dönüşü eve girer girmez ses sese vererek ağlamalarımız başlardı, çünkü keskin ayazdan sıcağa giren ellerimiz kılıç yarası gibi sızlardı ve rahmetli babam derhal soğuk su ile dolu tasın içine sokardı ellerimizdeki sızlamalar hafiflerdi biraz.
Beş yıllık ilkokulu bu şartlarda bitirdikten sonra ben aynı yolu bu sefer aşağı köyün imamında hafızlık yapmak için üç sene daha gittim geldim.
Her şeye rağmen geriye dönüp baktığımızda; buzda kaydığımız günler olsaydı diyoruz, çünkü gençlik gelip geçti, bir daha gelmemek üzere.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- “Ey basiret ehli ibret alınız” / 11.05.2025
- Kavmi de Karun’a nasihat etmiş / 10.05.2025
- Ekmekten aştan bîhaber iktidar / 07.05.2025
- Bozulmamış ne kaldı? / 05.05.2025
- Aç bırakanlar ağlamayı da yasaklıyorlar / 02.05.2025
- Gözenin başında kim var? / 01.05.2025
- Nasıl oluyor da oluyor? / 30.04.2025
- Kiminin başı döner açlıktan kiminin başı çıkmaz balçıktan / 29.04.2025
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025
- Kavmi de Karun’a nasihat etmiş / 10.05.2025
- Ekmekten aştan bîhaber iktidar / 07.05.2025
- Bozulmamış ne kaldı? / 05.05.2025
- Aç bırakanlar ağlamayı da yasaklıyorlar / 02.05.2025
- Gözenin başında kim var? / 01.05.2025
- Nasıl oluyor da oluyor? / 30.04.2025
- Kiminin başı döner açlıktan kiminin başı çıkmaz balçıktan / 29.04.2025
- Gelsin / 25.04.2025
- İktidara düşen… / 22.04.2025