Asya krizinden sonra IMF topa tutulmuştu. Gerçi IMF'yi şimdi de topa tutanlar, eleştirenler ve hatta lağv edilmesini isteyenler var. Var ama, Asya krizi IMF için bir başka idi. Artık IMF'nin tutacak bir dalı, zerre kadar itibarı kalmamıştı. IMF bu halde iken Türkiye imdadına yetişti. IMF ile yeniden stand-by anlaşması yaparak IMF'yi tekrar dünya gündemine soktu. O günlerde bazı gazetelerde "Türkiye IMF'yi kurtarıyor" başlığı altında haber ve yorumlar yayımlandı.
Bugün aynı şey BM için söz konusu. ABD Başkanı Bush, "Irak'a müdahale için BM kararı isteyen" Türk Dışişleri Bakanına, "bir vurmayla BM'yi dağıttım, onun gerekli olup olmadığını arkadaşlarım araştırıyorlar" demişti. İşte itibarı böyle yerlerde sürünen, unutulan, köşede kıyıda kalan, neredeyse tarihin tozlu sayfalarına gömülecek olan, Irak'ın işgalinde ve diğer uluslararası konularda hiçbir varlık gösteremeyen BM'nin sekreterine Türk hükümeti milli davasını, yani Kıbrıs'ını teslim ediyor. Düşündükçe insanın çıldırası geliyor. Dünya tarihinde böyle bir teslimiyet örneğini bulmak mümkün değildir. Sanki Türkiye esir düşmüş bir ülke.
BM sekreteri Annan'ın işi gücü yok da, oturmuş Kıbrıs için 9 bin sayfadan oluşan bir plan hazırlamış. Hangi akıl buna inanır? Bu planı kimlerin nasıl hazırladığını büyükelçi Bilal N. Şimşir şöyle anlatıyor: "Annan Planı'nı hazırlayanlardan biri İngiltere'nin Kıbrıs özel temsilcisi David Hannay'dır. Bu İngiliz, Rum şirketlerinden önemli miktarda hisse senedi devraldı. Hisse senetleri, Rum yönetimini Avrupa Birliği ile üyelik görüşmelerini yöneten Yorgo Vasilliu'nun şirketlerinin".
Yorgo Vasiliu, bu konu ile ilgili bir soruya şu cevabı veriyor:
"Benim şirketlerim halka açıktır. Hannay da benim bilgim olmadan hisse almış olabilir". İster inanın, ister inanmayın Vasilliu'nun cevabı böyle.
Kıbrıs Rum kesiminde yayın yapan "Radyo Proto" Annan planını Hannay'ın hazırladığını doğruluyor ve ayrıca şunu da ilave ediyor: "Annan planının asıl mimarı Rum başsavcı Markides'tir". İşte Türk milletinin önüne yegane, tek çözüm olarak konulan Annan planı bu şekilde hazırlanmış bir plandır. Şuurlu bir insan, bu planın içeriğine bakmadan bile bunu reddeder. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın dediği gibi bu bir plan değil bir tuzaktır. Bu tuzağın üstüne atılan yem, AB için verilecek tarihtir.
Bize göre bu, yemden öte bir zehirdir. Ama ne yapalım ki, AB sevdalıları bunu bir yem olarak görüp ona koşuyorlar.
Velhasıl, tarihi günlerden geçiyoruz. Türkiye, geri dönülmez bir yola sokulmuş durumda. Yöneticilerimiz ve aydınlarımız sosyal körlük hastalığına yakalanmışlar. Bir adım sonrasını göremiyorlar. Halbuki herşey açık ve net. Kıbrıs, göz göre göre elimizden gidiyor. Bunu anlamak için fazla bir akla ve bilgiye ihtiyaç yok.
Biz hala bir elin bu kötü gidişi değiştireceğini ümit etmek istiyoruz. Ya olmazsa... Ya bütün planlar olduğu gibi yürürse... İşte o zaman yandık. Birkaç yıl sonra Kıbrıs'ta tekrar eski günlere dönülür. Kosova'da, Bosna Hersek'te ve en son Kerkük'te olduğu gibi kardeşlerimizin feryatlarını, acı haberlerini duyarak kahroluruz. Böyle bir şeyin olmasını düşünmek bile insanı ürpertiyor. Ama maalesef bu yolun sonu oraya çıkıyor.
Şunu merak ediyoruz. Buna sebep olanları tarih, hangi sıfatla anacak ve yargılayacaktır? "Kıbrıs'ı verelim, sırtımızda yüktür" diyenler, yine içimizde arzı endam edeckler mi? Böyle söyleyenler olur, nitekim her dönemde olmuştu. Peki bize ne oldu ki, milli davada ikiye bölündük?
Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bu bir çözülme değil mi? Evet, bu bal gibi bir çözülmedir. Eğer bu çözülme tamir edilmezse, bunu başka çözülmeler ve felaketler takip edecektir.
Bugün aynı şey BM için söz konusu. ABD Başkanı Bush, "Irak'a müdahale için BM kararı isteyen" Türk Dışişleri Bakanına, "bir vurmayla BM'yi dağıttım, onun gerekli olup olmadığını arkadaşlarım araştırıyorlar" demişti. İşte itibarı böyle yerlerde sürünen, unutulan, köşede kıyıda kalan, neredeyse tarihin tozlu sayfalarına gömülecek olan, Irak'ın işgalinde ve diğer uluslararası konularda hiçbir varlık gösteremeyen BM'nin sekreterine Türk hükümeti milli davasını, yani Kıbrıs'ını teslim ediyor. Düşündükçe insanın çıldırası geliyor. Dünya tarihinde böyle bir teslimiyet örneğini bulmak mümkün değildir. Sanki Türkiye esir düşmüş bir ülke.
BM sekreteri Annan'ın işi gücü yok da, oturmuş Kıbrıs için 9 bin sayfadan oluşan bir plan hazırlamış. Hangi akıl buna inanır? Bu planı kimlerin nasıl hazırladığını büyükelçi Bilal N. Şimşir şöyle anlatıyor: "Annan Planı'nı hazırlayanlardan biri İngiltere'nin Kıbrıs özel temsilcisi David Hannay'dır. Bu İngiliz, Rum şirketlerinden önemli miktarda hisse senedi devraldı. Hisse senetleri, Rum yönetimini Avrupa Birliği ile üyelik görüşmelerini yöneten Yorgo Vasilliu'nun şirketlerinin".
Yorgo Vasiliu, bu konu ile ilgili bir soruya şu cevabı veriyor:
"Benim şirketlerim halka açıktır. Hannay da benim bilgim olmadan hisse almış olabilir". İster inanın, ister inanmayın Vasilliu'nun cevabı böyle.
Kıbrıs Rum kesiminde yayın yapan "Radyo Proto" Annan planını Hannay'ın hazırladığını doğruluyor ve ayrıca şunu da ilave ediyor: "Annan planının asıl mimarı Rum başsavcı Markides'tir". İşte Türk milletinin önüne yegane, tek çözüm olarak konulan Annan planı bu şekilde hazırlanmış bir plandır. Şuurlu bir insan, bu planın içeriğine bakmadan bile bunu reddeder. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın dediği gibi bu bir plan değil bir tuzaktır. Bu tuzağın üstüne atılan yem, AB için verilecek tarihtir.
Bize göre bu, yemden öte bir zehirdir. Ama ne yapalım ki, AB sevdalıları bunu bir yem olarak görüp ona koşuyorlar.
Velhasıl, tarihi günlerden geçiyoruz. Türkiye, geri dönülmez bir yola sokulmuş durumda. Yöneticilerimiz ve aydınlarımız sosyal körlük hastalığına yakalanmışlar. Bir adım sonrasını göremiyorlar. Halbuki herşey açık ve net. Kıbrıs, göz göre göre elimizden gidiyor. Bunu anlamak için fazla bir akla ve bilgiye ihtiyaç yok.
Biz hala bir elin bu kötü gidişi değiştireceğini ümit etmek istiyoruz. Ya olmazsa... Ya bütün planlar olduğu gibi yürürse... İşte o zaman yandık. Birkaç yıl sonra Kıbrıs'ta tekrar eski günlere dönülür. Kosova'da, Bosna Hersek'te ve en son Kerkük'te olduğu gibi kardeşlerimizin feryatlarını, acı haberlerini duyarak kahroluruz. Böyle bir şeyin olmasını düşünmek bile insanı ürpertiyor. Ama maalesef bu yolun sonu oraya çıkıyor.
Şunu merak ediyoruz. Buna sebep olanları tarih, hangi sıfatla anacak ve yargılayacaktır? "Kıbrıs'ı verelim, sırtımızda yüktür" diyenler, yine içimizde arzı endam edeckler mi? Böyle söyleyenler olur, nitekim her dönemde olmuştu. Peki bize ne oldu ki, milli davada ikiye bölündük?
Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bu bir çözülme değil mi? Evet, bu bal gibi bir çözülmedir. Eğer bu çözülme tamir edilmezse, bunu başka çözülmeler ve felaketler takip edecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018