(Öncesi olmasına rağmen) Her şey “aciz kulun” Rabbine değil, papaya yazdığı mektupla başladı. İnsanlık, hoşgörü, diyalog vs. derken Hıristiyanlarla itikatta uyumluluk yakaladılar. Tabi bu gelişmeler bireysel değildi. Toplum önünde ve müthiş bir siyasi ve medya gücüyle gerçekleştiriliyordu.
Milletimiz gerek siyasi, gerek medya ve gerekse din adına öne çıkmış kimselerin “Dinler arası diyalog” olarak adlandırıp, ballandırdıkları ve dallandırdıkları projeyi ilk başlarda sahiplenmese de, tepki de vermedi. Haliyle bu tepkisizlik zamanla teslimiyete ve taata dönüştü. Öyle ki artık rüyalarda bile biatler yapılıyor, geçmişe gidiliyor, (rüyada) sorular soruluyor ve cevaplar alınıyor.
2002’den sonra bu anlayış, siyasi olarak da hız kazandı. Milletimiz yine tepkisizdi. Ne oluyor, ne yapıyorsunuz gibi hakkı olan sorgulamayı yapmak yerine, hikmet arayışına girdi. Ama bu arayış öyle karanlık odalarda ve öyle dipsiz kuyularda yapılıyordu ki, insanın bırak aradığını bulması geri dönüşünü bile imkânsızlaştırıyordu.
Kısaca hatırlarsak; Kimliklerden din hanesi çıkarıldı. Ne olacak canım! Rabbim benim hangi dine mensup olduğumu bilmiyor mu, dedik.
Kanunlardan “cami” ibaresi kaldırılarak “ibadethane” ibaresi konuldu. “İbadethane daha geniş kapsama alanına sahip”, mantığı kabul ettirilerek hayata geçirildi. 40 küsur bin kilise ev açıldı.
Aynı siyasi mantık, ilköğretim kitaplarına da el attı. Senin, benim evlatlarıma İslam’dan başka hak dinlerin olduğu öğretildi. Daha kendi dininden habersiz o taze beyinlere Yahudi ve Hıristiyanlığın da hak din olduğu aşılanmaya çalışıldı.
Sonra başında “milli” kelimesi olan örgüt ve yapılanmalar, Avrupa’da “hilal, haç ve mason yıldızını” aynı karede birleştirip, “Dfener” alayları düzenlediler. Sonra bir papazla, Müslüman olduğu söylenen bir kadını da evlendirdiler ve erdiler muratlarına. Artı birileri de çıkar kerevetlerine!
Artık millet nazarında her şey sıradanlaştırılmıştı. Öyle ki, bir zamanlar “halk kahramanı” olarak görünen Erdoğan, “dört hak dinden” bahsediyor, tık yok. Besmele ile kilise açıyor, eşi ve Bakanı kiliseye gidip, dua ediyor, bir başka Bakan papazdan dua istiyor, vatandaşta “tık” yok.
BOP tüm hızıyla sürerken, hükümet devlet hazinesinden milyonları kilise yapımı için harcarken, bazı camilerde namaz sonrası ayinler yapılırken, benim vatandaşım, özellikle şu Ramazan mevsiminde camilerde buram buram terliyor. Takvadan mı? Hayır, hayır. Hani daha iyi hizmet için elektrik kurumu özelleştirilmişti ya! Camiler elektrik borcunu ödemediği için adamlarda gelmiş klimaları kapatmış. İkinci adım ise ışıklar. Yine ödemeseler ezanı da sessiz okumak durumda kalacak imam-hatipler.
Hülasa vatandaşım için her şey sıradanlaştı. Zaten ekonomik olarak köle konumunda bir hayat yaşayan insanımız, manevi hayatına yapılan onlarca müdahaleye karşı koyamadığı gibi teslim olduğu gibi desteklerini iyice arttırarak ortakta oldu.
Ramazana dönersek; Papazlarla, hahamlarla iftar yemeği yemek artık sıradanlaşmanın ötesinde gelenek haline geldi. Hükümeti, muhalefeti bir papazla, bir hahamla iftar açmayı adeta bir “onur” olarak milletin önüne koydu. Bu anlayışların çizgisindeki dernek ve vakıfları da, papa ve hahamlara yedirip, içirmede kusur etmedi. Daha geçen haftaydı, bir kilisede iftar programı düzenleniyor. Yazık oldu!
İftar nedir? Kulun, Rabbine sadakatinin karşılığında, Rabbiyle (adeta) buluşmasının anıdır. O kul iftar vakti; “Ey Rabbim! Senin emrin gereği, elimle çalışıp, kazandığım helal lokmayı yemedim. Helal olan arzularıma gem vurdum. Gözümü, kulağımı, dilimi, kalbimi korumaya çalıştım. Zikrimle, namazımla, orucumla, dostlarınla sana yaklaşmaya çalıştım. Günahkâr olsam da ben, Senin kulunum. Sana ortak koşmaktan, Sana karşı gelmekten, imansız ölmekten Sana sığınırım. Bizi affet ve hakiki kullarından eyle ya Rabbi” der.
Sen bu iftara kalkıyor Yahudi, Hıristiyan’ı ortak ediyorsun. Ben kabul etmiyorum bu mantığı. Çünkü Rabbime ortak koşanları ben iftarıma, imanıma ortak etmem, edemem. Çünkü Rabbim yasaklıyor.
Bu noktada milletimizden gizlenen en önemli şey Yahudi ve Hıristiyanların itikat anlayışı ve Rab inancıdır.
Ulaşabildiğim kadarı ile Yahudi ve Hıristiyanların kendi elleri ile yazdıkları kitaplardan bir iki örnekle itikatlarını anlatayım…
“Allah’ın oğulları, insan kızlarının güzel olduklarını gördüler! Seçtiklerinden, kendilerine karılar aldılar! Allah’ın oğulları, insan kızlarına yaklaştılar ve onlar da onlara çocuklar doğurdular.” (Tevrat, Tekvin, 6/2–4)
“Rab dedi ki; İsrail, ilk oğlumdur!” (Tevrat, Çıkış, 4/42)
“Rab, bana dedi ki; Sen, benim oğlumsun! Ben, seni bugün doğurdum!” (Tevrat, Mezmurlar, 2/7)
“Ben de, ilk oğlumu (Süleyman’ı) dünya krallarının en yükseği yapacağım!” (Tevrat, Mezmurlar, 89/26)
“Göklerden bir ses geldi ki; Sen, benim sevgili oğlumsun! Senden hoşnudum!” (İncil, Markos, 1/11; Luka, 3/22; Matta, 3/17)
“…Babanın kucağında olan biricik oğul, kendisi onu bildirdi!” (İncil, Yuhanna, 1/18)
“Çünkü Allah dünyayı öyle sevdi ki, ona inanan her adam, helak olmayıp sonsuza kadar yaşaması için biricik oğlunu verdi!” (İncil, Yuhanna, 3/16)
İsteyen kusura bakabilir! Bu itikattaki mahlûklarla ben ne iftar sofrasında, ne Libya’da, ne Suriye’de, ne Irak’ta, ne Afganistan’da, ne AB’de, ne NATO’da bir araya gelmem. Çünkü benim Rabbim müsaade etmiyor.
Milletimiz gerek siyasi, gerek medya ve gerekse din adına öne çıkmış kimselerin “Dinler arası diyalog” olarak adlandırıp, ballandırdıkları ve dallandırdıkları projeyi ilk başlarda sahiplenmese de, tepki de vermedi. Haliyle bu tepkisizlik zamanla teslimiyete ve taata dönüştü. Öyle ki artık rüyalarda bile biatler yapılıyor, geçmişe gidiliyor, (rüyada) sorular soruluyor ve cevaplar alınıyor.
2002’den sonra bu anlayış, siyasi olarak da hız kazandı. Milletimiz yine tepkisizdi. Ne oluyor, ne yapıyorsunuz gibi hakkı olan sorgulamayı yapmak yerine, hikmet arayışına girdi. Ama bu arayış öyle karanlık odalarda ve öyle dipsiz kuyularda yapılıyordu ki, insanın bırak aradığını bulması geri dönüşünü bile imkânsızlaştırıyordu.
Kısaca hatırlarsak; Kimliklerden din hanesi çıkarıldı. Ne olacak canım! Rabbim benim hangi dine mensup olduğumu bilmiyor mu, dedik.
Kanunlardan “cami” ibaresi kaldırılarak “ibadethane” ibaresi konuldu. “İbadethane daha geniş kapsama alanına sahip”, mantığı kabul ettirilerek hayata geçirildi. 40 küsur bin kilise ev açıldı.
Aynı siyasi mantık, ilköğretim kitaplarına da el attı. Senin, benim evlatlarıma İslam’dan başka hak dinlerin olduğu öğretildi. Daha kendi dininden habersiz o taze beyinlere Yahudi ve Hıristiyanlığın da hak din olduğu aşılanmaya çalışıldı.
Sonra başında “milli” kelimesi olan örgüt ve yapılanmalar, Avrupa’da “hilal, haç ve mason yıldızını” aynı karede birleştirip, “Dfener” alayları düzenlediler. Sonra bir papazla, Müslüman olduğu söylenen bir kadını da evlendirdiler ve erdiler muratlarına. Artı birileri de çıkar kerevetlerine!
Artık millet nazarında her şey sıradanlaştırılmıştı. Öyle ki, bir zamanlar “halk kahramanı” olarak görünen Erdoğan, “dört hak dinden” bahsediyor, tık yok. Besmele ile kilise açıyor, eşi ve Bakanı kiliseye gidip, dua ediyor, bir başka Bakan papazdan dua istiyor, vatandaşta “tık” yok.
BOP tüm hızıyla sürerken, hükümet devlet hazinesinden milyonları kilise yapımı için harcarken, bazı camilerde namaz sonrası ayinler yapılırken, benim vatandaşım, özellikle şu Ramazan mevsiminde camilerde buram buram terliyor. Takvadan mı? Hayır, hayır. Hani daha iyi hizmet için elektrik kurumu özelleştirilmişti ya! Camiler elektrik borcunu ödemediği için adamlarda gelmiş klimaları kapatmış. İkinci adım ise ışıklar. Yine ödemeseler ezanı da sessiz okumak durumda kalacak imam-hatipler.
Hülasa vatandaşım için her şey sıradanlaştı. Zaten ekonomik olarak köle konumunda bir hayat yaşayan insanımız, manevi hayatına yapılan onlarca müdahaleye karşı koyamadığı gibi teslim olduğu gibi desteklerini iyice arttırarak ortakta oldu.
Ramazana dönersek; Papazlarla, hahamlarla iftar yemeği yemek artık sıradanlaşmanın ötesinde gelenek haline geldi. Hükümeti, muhalefeti bir papazla, bir hahamla iftar açmayı adeta bir “onur” olarak milletin önüne koydu. Bu anlayışların çizgisindeki dernek ve vakıfları da, papa ve hahamlara yedirip, içirmede kusur etmedi. Daha geçen haftaydı, bir kilisede iftar programı düzenleniyor. Yazık oldu!
İftar nedir? Kulun, Rabbine sadakatinin karşılığında, Rabbiyle (adeta) buluşmasının anıdır. O kul iftar vakti; “Ey Rabbim! Senin emrin gereği, elimle çalışıp, kazandığım helal lokmayı yemedim. Helal olan arzularıma gem vurdum. Gözümü, kulağımı, dilimi, kalbimi korumaya çalıştım. Zikrimle, namazımla, orucumla, dostlarınla sana yaklaşmaya çalıştım. Günahkâr olsam da ben, Senin kulunum. Sana ortak koşmaktan, Sana karşı gelmekten, imansız ölmekten Sana sığınırım. Bizi affet ve hakiki kullarından eyle ya Rabbi” der.
Sen bu iftara kalkıyor Yahudi, Hıristiyan’ı ortak ediyorsun. Ben kabul etmiyorum bu mantığı. Çünkü Rabbime ortak koşanları ben iftarıma, imanıma ortak etmem, edemem. Çünkü Rabbim yasaklıyor.
Bu noktada milletimizden gizlenen en önemli şey Yahudi ve Hıristiyanların itikat anlayışı ve Rab inancıdır.
Ulaşabildiğim kadarı ile Yahudi ve Hıristiyanların kendi elleri ile yazdıkları kitaplardan bir iki örnekle itikatlarını anlatayım…
“Allah’ın oğulları, insan kızlarının güzel olduklarını gördüler! Seçtiklerinden, kendilerine karılar aldılar! Allah’ın oğulları, insan kızlarına yaklaştılar ve onlar da onlara çocuklar doğurdular.” (Tevrat, Tekvin, 6/2–4)
“Rab dedi ki; İsrail, ilk oğlumdur!” (Tevrat, Çıkış, 4/42)
“Rab, bana dedi ki; Sen, benim oğlumsun! Ben, seni bugün doğurdum!” (Tevrat, Mezmurlar, 2/7)
“Ben de, ilk oğlumu (Süleyman’ı) dünya krallarının en yükseği yapacağım!” (Tevrat, Mezmurlar, 89/26)
“Göklerden bir ses geldi ki; Sen, benim sevgili oğlumsun! Senden hoşnudum!” (İncil, Markos, 1/11; Luka, 3/22; Matta, 3/17)
“…Babanın kucağında olan biricik oğul, kendisi onu bildirdi!” (İncil, Yuhanna, 1/18)
“Çünkü Allah dünyayı öyle sevdi ki, ona inanan her adam, helak olmayıp sonsuza kadar yaşaması için biricik oğlunu verdi!” (İncil, Yuhanna, 3/16)
İsteyen kusura bakabilir! Bu itikattaki mahlûklarla ben ne iftar sofrasında, ne Libya’da, ne Suriye’de, ne Irak’ta, ne Afganistan’da, ne AB’de, ne NATO’da bir araya gelmem. Çünkü benim Rabbim müsaade etmiyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Hayber’deki 'Demir Kubbe'yi yıkan adam / 19.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -2- / 18.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -1- / 17.04.2024
- İsrail, İslam dünyasının acziyetini ispatladı / 15.04.2024
- ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan’ / 14.04.2024
- İktidarın İsrail laubaliliği / 13.04.2024
- Abanın altındaki 5 kişi / 12.04.2024
- Nasıl bir ayı geride bıraktık? / 11.04.2024
- İlahi emri yerine getirdiğimiz için bayram yapıyoruz / 10.04.2024
- Milli Görüşçülerin İsrail ve dinlerarası diyalog gömleği -2- / 08.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -2- / 18.04.2024
- Dünkü Hayber bugünkü İsrail’den daha güçlüydü -1- / 17.04.2024
- İsrail, İslam dünyasının acziyetini ispatladı / 15.04.2024
- ‘Artık demir almak günü gelmişse zamandan’ / 14.04.2024
- İktidarın İsrail laubaliliği / 13.04.2024
- Abanın altındaki 5 kişi / 12.04.2024
- Nasıl bir ayı geride bıraktık? / 11.04.2024
- İlahi emri yerine getirdiğimiz için bayram yapıyoruz / 10.04.2024
- Milli Görüşçülerin İsrail ve dinlerarası diyalog gömleği -2- / 08.04.2024