Ekim başlarında 3 TL civarında olan dolar, 3,30 TL'nin üstünü gördü. Yazımı yazdığım saatlerde dolar kuru 3,27 TL. Yaklaşık yüzde 10'luk bir artış söz konusu?
Türkiye'nin görünen görünmeyen borç kalemlerini hesaba kattığımızda 1 trilyon doların üzerinde borç çıkar ama biz makul bir rakamı ifade edelim ve en az 800 milyar dolar borcumuz var diyelim. Dolardaki yüzde 10'luk bir artış 80 milyar dolarlık bir borç artışı demek? Dikkat ediniz, Türkiye son 1,5 ayda, parmağını bile kıpırdatmadan 80 milyar dolar yani 260 milyar TL borçlanmış oldu.
Bir de finans boşluğunu kapatmak gayesiyle teşvik edilen, esasen ülkemizin gelirinin dışarıya transferi anlamına gelen sıcak para politikaları sebebiyle kaybettiğimiz milyarlar var.
Bu kapsamda ülkeye dolar sokanlar piyasaların inisiyatifine bırakılan dolar kurundaki hareketleri çok iyi bilmektedirler, hatta yönlendirmektedirler. Dolar en düşük seviyesindeyken satın alınarak, en yüksek seviyesindeyken satılarak fahiş karlar elde edilmektedir. Türkiye'nin buradaki kaybı ciddi boyutlarda?
2002 yılından bu yana Türkiye'nin finansal bağımlılığı sürekli artmaktadır. Dolar kurundaki artışlar doğal olarak borçların ve buna bağlı bağımlılığın direkt olarak artması anlamına geliyor. Elbette ki bu bağımlılık sadece ekonomik düzeyde kalmıyor, iç ve dış politikada, hukukta, askeri konularda, her konuda bağımlılığı da beraberinde getiriyor.
Atalarımız, "Borç alan emir alır" sözünü boşuna söylememiş.
Eskiden "Dolardaki bu yükselişler ihracatçıya yarar" deniliyordu. Ancak durum eskisi gibi değil. Dünya pazarlarında da sıkıntılar var. Etrafımız ateş çemberi, Avrupa'da işler kötü. Ve dahası, ihracatçımız aynı zamanda ithalatçı durumda. İhraç ettiğimiz ürünlerin önemli bir bölümü ithal girdiden oluşuyor.
Türkiye'nin yaptığı toplam ihracat, hammadde ithalatını bile karşılayamıyor.
Türkiye, finansta, enerjide, hammaddede, teknolojide dışarıya, özellikle de dolara bağımlı. Dolar kuru yükseldiğinde, ithalatlar ağırlıklı olarak dolar cinsinden yapıldığından (örneğin petrol vs.) ithalat daha maliyetli hale gelmektedir.
Maliyeti artan üreticinin karı da azalıyor. Karı azaldığı için kaliteden taviz veriyor ve de işçi maliyetlerini kısmaya çalışıyor. Bu maliyeti kaldıramayan işletmeler ise kepenk kapatmak zorundadır. Bu, üretimin azalması, yatırımlarda düşüş, ekonomide daralma ve işsizlik anlamına gelmektedir.
Maliyetlerdeki artış aynı zamanda ürün fiyatlarında da zorunlu artış demektir. Bu da enflasyonu tetikleyecektir. Ücretliler bir taraftan gelirleri azalırken, diğer taraftan satın alacağı ürünlerin de fiyatlarının zamlanması sebebiyle iki defa darbe yiyecektir.
Maliyetlere dayanamayan işletmelerin kapanması, vergi açısından devletin gelirinin daralması demektir. Bu da diğer mükelleflerin vergilerinde ve de cezalarda astronomik artışlar demektir.
Dolar cinsinden faizli borcu olan işletmelerin batması daha büyük olasılıktır.
Örneğin tedarikçisine 1.000 dolarlık borcu olan bir esnafın, 1,5 ay önce geri ödeyeceği tutar 3.000 lirayken, bu borç sadece kur artışı nedeniyle bugün itibariyle 3.270 liraya çıktı.
Özel sektörün dış borç stokunun 300 milyar dolar civarında olduğunu hesaba katarsak, sadece özel sektöre kur artışı sebebiyle binen borç yükü, faiz hariç 27 milyar dolardır.
Özel sektörün artan borç sebebiyle batması, onları finanse eden bankaların da iflası anlamına gelmektedir. Hatırlarsanız 2001 krizinde benzer sebeplerden dolayı 25 banka batmış ve TMSF'ye devredilerek bu bankaların batış faturası halkın sırtına yüklenmiştir.
Kısaca dolar kurundaki artış; borçların artması, maliyetlerin artması, ürün ve hizmet fiyatlarının artması, şirketlerin zarar etmesi, fabrikaların kepenk kapatması, işsizliğin artması, ekonomik daralma, vatandaşın gelirinin daralması, elektrik, su, doğalgaz faturalarının artması, vergi ve cezaların artması vs. anlamına gelmektedir.
Bu girdaptan kurtulmanın tek çaresi Prof. Dr. Haydar Baş'ın dünyaca ünlü Milli Ekonomi Modeli'dir. MEM'de finans, senyoraj geliri ile milli para ile sağlanmaktadır, dışarıya finans bağımlılığı sıfırdır. 3 katrilyon dolarlık maden rezervleri devlet-millet ortaklığıyla işletilecek, böylece hammadde ihtiyacı yerli kaynaklardan sağlanacaktır. Yerli enerji kaynakları devreye konulacak, enerji ithalatı sıfır düzeye indirilecek.
Özel sektöre sıfır faizli, uzun vadeli kredi imkanı sağlanacak. Sosyal devlet projeleriyle iç pazar canlanacağından üreticilerin pazar sorunu olmayacak.
Milli Paralarla Ticaret sayesinde tüm ülkelerde de pazar imkanları genişleyecek.
Minimum üretim maliyeti, sıfır faizli, uzun vadeli finans imkanı, sabit kur, pazar garantisi ve de devlet eliyle desteklenen istihdam politikası, kısaca MEM demek reel sektörün bayram edeceği gün demektir.
Türkiye'nin görünen görünmeyen borç kalemlerini hesaba kattığımızda 1 trilyon doların üzerinde borç çıkar ama biz makul bir rakamı ifade edelim ve en az 800 milyar dolar borcumuz var diyelim. Dolardaki yüzde 10'luk bir artış 80 milyar dolarlık bir borç artışı demek? Dikkat ediniz, Türkiye son 1,5 ayda, parmağını bile kıpırdatmadan 80 milyar dolar yani 260 milyar TL borçlanmış oldu.
Bir de finans boşluğunu kapatmak gayesiyle teşvik edilen, esasen ülkemizin gelirinin dışarıya transferi anlamına gelen sıcak para politikaları sebebiyle kaybettiğimiz milyarlar var.
Bu kapsamda ülkeye dolar sokanlar piyasaların inisiyatifine bırakılan dolar kurundaki hareketleri çok iyi bilmektedirler, hatta yönlendirmektedirler. Dolar en düşük seviyesindeyken satın alınarak, en yüksek seviyesindeyken satılarak fahiş karlar elde edilmektedir. Türkiye'nin buradaki kaybı ciddi boyutlarda?
2002 yılından bu yana Türkiye'nin finansal bağımlılığı sürekli artmaktadır. Dolar kurundaki artışlar doğal olarak borçların ve buna bağlı bağımlılığın direkt olarak artması anlamına geliyor. Elbette ki bu bağımlılık sadece ekonomik düzeyde kalmıyor, iç ve dış politikada, hukukta, askeri konularda, her konuda bağımlılığı da beraberinde getiriyor.
Atalarımız, "Borç alan emir alır" sözünü boşuna söylememiş.
Eskiden "Dolardaki bu yükselişler ihracatçıya yarar" deniliyordu. Ancak durum eskisi gibi değil. Dünya pazarlarında da sıkıntılar var. Etrafımız ateş çemberi, Avrupa'da işler kötü. Ve dahası, ihracatçımız aynı zamanda ithalatçı durumda. İhraç ettiğimiz ürünlerin önemli bir bölümü ithal girdiden oluşuyor.
Türkiye'nin yaptığı toplam ihracat, hammadde ithalatını bile karşılayamıyor.
Türkiye, finansta, enerjide, hammaddede, teknolojide dışarıya, özellikle de dolara bağımlı. Dolar kuru yükseldiğinde, ithalatlar ağırlıklı olarak dolar cinsinden yapıldığından (örneğin petrol vs.) ithalat daha maliyetli hale gelmektedir.
Maliyeti artan üreticinin karı da azalıyor. Karı azaldığı için kaliteden taviz veriyor ve de işçi maliyetlerini kısmaya çalışıyor. Bu maliyeti kaldıramayan işletmeler ise kepenk kapatmak zorundadır. Bu, üretimin azalması, yatırımlarda düşüş, ekonomide daralma ve işsizlik anlamına gelmektedir.
Maliyetlerdeki artış aynı zamanda ürün fiyatlarında da zorunlu artış demektir. Bu da enflasyonu tetikleyecektir. Ücretliler bir taraftan gelirleri azalırken, diğer taraftan satın alacağı ürünlerin de fiyatlarının zamlanması sebebiyle iki defa darbe yiyecektir.
Maliyetlere dayanamayan işletmelerin kapanması, vergi açısından devletin gelirinin daralması demektir. Bu da diğer mükelleflerin vergilerinde ve de cezalarda astronomik artışlar demektir.
Dolar cinsinden faizli borcu olan işletmelerin batması daha büyük olasılıktır.
Örneğin tedarikçisine 1.000 dolarlık borcu olan bir esnafın, 1,5 ay önce geri ödeyeceği tutar 3.000 lirayken, bu borç sadece kur artışı nedeniyle bugün itibariyle 3.270 liraya çıktı.
Özel sektörün dış borç stokunun 300 milyar dolar civarında olduğunu hesaba katarsak, sadece özel sektöre kur artışı sebebiyle binen borç yükü, faiz hariç 27 milyar dolardır.
Özel sektörün artan borç sebebiyle batması, onları finanse eden bankaların da iflası anlamına gelmektedir. Hatırlarsanız 2001 krizinde benzer sebeplerden dolayı 25 banka batmış ve TMSF'ye devredilerek bu bankaların batış faturası halkın sırtına yüklenmiştir.
Kısaca dolar kurundaki artış; borçların artması, maliyetlerin artması, ürün ve hizmet fiyatlarının artması, şirketlerin zarar etmesi, fabrikaların kepenk kapatması, işsizliğin artması, ekonomik daralma, vatandaşın gelirinin daralması, elektrik, su, doğalgaz faturalarının artması, vergi ve cezaların artması vs. anlamına gelmektedir.
Bu girdaptan kurtulmanın tek çaresi Prof. Dr. Haydar Baş'ın dünyaca ünlü Milli Ekonomi Modeli'dir. MEM'de finans, senyoraj geliri ile milli para ile sağlanmaktadır, dışarıya finans bağımlılığı sıfırdır. 3 katrilyon dolarlık maden rezervleri devlet-millet ortaklığıyla işletilecek, böylece hammadde ihtiyacı yerli kaynaklardan sağlanacaktır. Yerli enerji kaynakları devreye konulacak, enerji ithalatı sıfır düzeye indirilecek.
Özel sektöre sıfır faizli, uzun vadeli kredi imkanı sağlanacak. Sosyal devlet projeleriyle iç pazar canlanacağından üreticilerin pazar sorunu olmayacak.
Milli Paralarla Ticaret sayesinde tüm ülkelerde de pazar imkanları genişleyecek.
Minimum üretim maliyeti, sıfır faizli, uzun vadeli finans imkanı, sabit kur, pazar garantisi ve de devlet eliyle desteklenen istihdam politikası, kısaca MEM demek reel sektörün bayram edeceği gün demektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Suriye aynasında Türkiye’yi görebilmek! / 24.05.2025
- Milyonlarca gencimiz boşta geziyor / 21.05.2025
- 19 Mayıs: Türk milletinin umudunun yeşerdiği gün / 20.05.2025
- Korucularımıza çok şeyler borçluyuz / 17.05.2025
- Terör örgütünden fesih yorumu: Demokratik konfederalizm / 16.05.2025
- Trump’tan Şara’ya ‘Abraham Anlaşması’ şartı / 15.05.2025
- BTP lideri Hüseyin Baş hakkında bir garip iddianame! / 14.05.2025
- 'Terörsüz Türkiye' açılımından teröristler neden memnun? / 13.05.2025
- Demokratikleşme derken federasyonu mu kastediyorlar! / 10.05.2025
- Şara’nın Fransa ziyareti SDG’yi güçlendirdi / 09.05.2025
- Milyonlarca gencimiz boşta geziyor / 21.05.2025
- 19 Mayıs: Türk milletinin umudunun yeşerdiği gün / 20.05.2025
- Korucularımıza çok şeyler borçluyuz / 17.05.2025
- Terör örgütünden fesih yorumu: Demokratik konfederalizm / 16.05.2025
- Trump’tan Şara’ya ‘Abraham Anlaşması’ şartı / 15.05.2025
- BTP lideri Hüseyin Baş hakkında bir garip iddianame! / 14.05.2025
- 'Terörsüz Türkiye' açılımından teröristler neden memnun? / 13.05.2025
- Demokratikleşme derken federasyonu mu kastediyorlar! / 10.05.2025
- Şara’nın Fransa ziyareti SDG’yi güçlendirdi / 09.05.2025