Ekonomi yazılarımıza devam ediyoruz. Dün ekonomide asıl olanın borsa, faiz ve döviz değil, üretim ve yatırım olduğunu vurgulamıştık. Milletlerin zenginliklerinin "borsalarının yüksekliği ile değil", bizzat milli gelirlerinin üstünlüğü ile saptandığına işaret etmiştik. İnsanların iş bulabilmesinin de yatırıma ve üretime bağlı olduğunu dile getirmiştik.
Milletin 3 Kasım seçimleriyle tarihe gömdüğü 57. Hükümet ile ilgili yapılan yorumlardan biri de, Başbakan Ecevit'in koltukta otururken de "başbakanlık" yapmadığı idi... Bu tarz yorumlar Başbakan'ın hasta olduğu dönemlerde arz-ı endam etmişti. Vurgulanmak istenen şuydu: Ecevit Başbakan değildi, "başbakan" dövizi, faizi ve borsayı yukarı aşağı indirip çıkaran piyasalardı. Bu tespitte ciddi oranda haklılık payı var.
Büyük ihtimalle önümüzdeki hafta 58. Hükümet kurulacak. Piyasalar, yeni hükümet kurulmadan etkilerini hissettirdiler. AKP'yi IMF programına 'tam olarak' sadık kalmaya zorladılar. İstedikleri tavizleri bir günde aldılar. Bu demektir ki, IMF'nin salık verdiği 'neoliberal ekonomi' politikaları sürecek. Para; faiz, borsa ve döviz üçgeninde dönecek. Bu sarmaldan kurtulmanın tek yolu ise, Batı ülkelerinde olduğu gibi "her üçününün de istikrara kavuşması." Yani insanlar bu enstrümanlardan ümidini kesecek, para kazanmanın yolu olarak yatırımları seçecek. IMF programlarının uygulandığı ülkelerde, bunu kalıcı hale getirip, gerçekleştirebilmek öyle kolay değil. Brezilya, Arjantin ve Tayland örnekleri ortada...
Öte yandan, halkımız büyük bir umutla bekleşiyor. Herkesin kafasında "du bakalım n'olacak?" sorusu fır dönüp duruyor.
Piyasa mı, devlet mi?
Serbest pazar ekonomisinin uygulandığı ülkelerde, bizim açımızdan söylersek, Batı ülkelerinde ekonomik ilişkileri esas olarak piyasa ve devlet belirler. Türkiye'de ise piyasaların yanı sıra bazı geç sanayileşmiş ülkelerde olduğu gibi kişisel ilişki ağları da ekonomide önemli rol oynuyor. Hatta Türkiye'de piyasa ile kişisel ilişki ağları örtüştüğünden, 'milli iradenin tecellisini' bile bunlar belirliyor. Bir ülkede piyasa bu kadar etkin hale getirilince, hükümetin eli kolu da bağlanıyor! Hüükmete resmen deli gömleği giydiriyorlar. İşte Batı ülkelerinde olduğu gibi, devlet "sıkışmışlıktan kurtulmak için" gerektiğinde yumruğunu masaya vurmalı ve piyasa aktörlerini hizaya getirmeli! Bunu Almanya, ABD, Fransa yapıyor. Yoksa Batı'da da ekonomik kriz çıkarmak zor değil. Dünyada günde 2 trilyon dolar para dönüyor. Bu paranın bir bölümü, farz-ı muhal, Alman piyasalarından çekildiğinde, Almanya çöker! O ülkelerin güçlü siyasal yapısı nedeniyle, piyasa aktörleri buralara dadanamıyorlar. Zayıf siyasal yapılı gelişmemiş ülkeleri tercih ediyorlar.
Piyasa enstrümanları...
Türkiye'de en önemli piyasa enstrümanı olan 'faiz' musibetini irdeleyelim. Türkiye, bu yıl yaklaşık 55 katrilyon lira faize ödeyecek. Bu toplanacak vergilerden daha büyük bir miktar. Türkiye'de toplanan vergilerin yüzde 65'ini KDV oluşturduğundan, herkes vergi veriyor. Dolayısıyla hepimiz karınca kararınca "rant ekonomisine" katkıda bulunuyoruz. Zaten üretimsiz ekonomide "faiz" fakirin cebinden zengine para hortumlamaktır. Ekonomi "üretim"e dayanır. Ekonomi "üretim" ile başlar. Eğer talebi olan bir mal ve hizmeti üretmiş ise, insan ürettiğini satar. Gelir elde eder. Türkiye'de ise ekonomi faize, borsaya dayanıyor. Bazı büyük bankalar bu yıl katrilyonluk kar beklentisi içinde. Mesela Akbank, 9 ayda 484 trilyon lira net kar açıkladı. Bu insanlar neden tatlı karların devam etmesini istemesinler! Bu ülkede sıcak parası olanın "hiç bir risk almadan" dolar bazında yılda yüzde 40 gelir elde etmesi pekala mümkün. Peki bu paraların kaynağı? Senden, benden dolaylı ya da dolaysız toplanan vergiler... Yani millet olarak faizcilere çalışıyoruz.
57. Hükümet niye ağır bedel ödedi? Üretim imiş, istihdam imiş, hastane imiş, okul imiş, fakirlik imiş; bunları umursamadı da, ondan. Milletten topladığı vergileri rant çarkına aktardı. Herkes sabahtan akşama döviz ve faiz ile uğraştı.
Ecevit'in Başbakanlık koltuğuna oturduğu koalisyon hükümeti niye ağır bedel ödedi? Kemal Derviş başkanlığındaki Hazine ve Merkez Bankası bürokratlarının oluşturduğu teknokrat hükümetinin kendilerine verdiği görevleri, kendilerine verilen 'takvim' çerçevesinde yerine getirdikleri için, Türk siyasi tarihinin en ağır bedelini ödedidel. Meclis'i toplamışlardı. Meclis'ten teknokrat hükümetinin istediği kanunları (bu arada da sağdan soldan Meclis'e yollanan kanunları) çıkarmışlardı. İşte bunun içindir ki, Ecevit hastalandığında 'çalışır gibi' Başbakanlığa gelip gittiği dönemde, 'çalışamaz duruma düştüğü için' evde kaldığı dönemde de 'hiçbir şey değişmedi'.
Teknokrat hükümetten ülkeye hakim milli güç odakları memnundu. Çünkü teknokrat hükümet üyeleri onları kolluyordu. Teknokrat hükümeti oluşturan ABD yönetimi, IMF ve Dünya Bankası da memnundu. İstediklerini yapıyordu bu hükümet...
AKP Hükümeti de, böyle davranırsa, sonuç farklı olmayacaktır... AKP kurmayları da bunun farkında. Çünkü önlerinde kocaman bir ibret levhası duruyor.
İyimserlik tuzağı
en tehlikeli tuzak
Döviz fiyatı azalıyor. Enflasyon düşüyor. Faiz aşağıya çekildi. Mucizeler yarattık. Dünya bize hayran... Bu iş oldu bitti. Yok öyle yağma! Bunları söyleye söyleye, dinleye dinleye iyimserlik tuzağına düşüyoruz. Bu tuzak çok tehlikeli bir tuzak. Bugünlük bu kadar yeter. Bu iyimserlik meselesini biraz daha deşmek için konuya yarın da devam edeceğiz...
Milletin 3 Kasım seçimleriyle tarihe gömdüğü 57. Hükümet ile ilgili yapılan yorumlardan biri de, Başbakan Ecevit'in koltukta otururken de "başbakanlık" yapmadığı idi... Bu tarz yorumlar Başbakan'ın hasta olduğu dönemlerde arz-ı endam etmişti. Vurgulanmak istenen şuydu: Ecevit Başbakan değildi, "başbakan" dövizi, faizi ve borsayı yukarı aşağı indirip çıkaran piyasalardı. Bu tespitte ciddi oranda haklılık payı var.
Büyük ihtimalle önümüzdeki hafta 58. Hükümet kurulacak. Piyasalar, yeni hükümet kurulmadan etkilerini hissettirdiler. AKP'yi IMF programına 'tam olarak' sadık kalmaya zorladılar. İstedikleri tavizleri bir günde aldılar. Bu demektir ki, IMF'nin salık verdiği 'neoliberal ekonomi' politikaları sürecek. Para; faiz, borsa ve döviz üçgeninde dönecek. Bu sarmaldan kurtulmanın tek yolu ise, Batı ülkelerinde olduğu gibi "her üçününün de istikrara kavuşması." Yani insanlar bu enstrümanlardan ümidini kesecek, para kazanmanın yolu olarak yatırımları seçecek. IMF programlarının uygulandığı ülkelerde, bunu kalıcı hale getirip, gerçekleştirebilmek öyle kolay değil. Brezilya, Arjantin ve Tayland örnekleri ortada...
Öte yandan, halkımız büyük bir umutla bekleşiyor. Herkesin kafasında "du bakalım n'olacak?" sorusu fır dönüp duruyor.
Piyasa mı, devlet mi?
Serbest pazar ekonomisinin uygulandığı ülkelerde, bizim açımızdan söylersek, Batı ülkelerinde ekonomik ilişkileri esas olarak piyasa ve devlet belirler. Türkiye'de ise piyasaların yanı sıra bazı geç sanayileşmiş ülkelerde olduğu gibi kişisel ilişki ağları da ekonomide önemli rol oynuyor. Hatta Türkiye'de piyasa ile kişisel ilişki ağları örtüştüğünden, 'milli iradenin tecellisini' bile bunlar belirliyor. Bir ülkede piyasa bu kadar etkin hale getirilince, hükümetin eli kolu da bağlanıyor! Hüükmete resmen deli gömleği giydiriyorlar. İşte Batı ülkelerinde olduğu gibi, devlet "sıkışmışlıktan kurtulmak için" gerektiğinde yumruğunu masaya vurmalı ve piyasa aktörlerini hizaya getirmeli! Bunu Almanya, ABD, Fransa yapıyor. Yoksa Batı'da da ekonomik kriz çıkarmak zor değil. Dünyada günde 2 trilyon dolar para dönüyor. Bu paranın bir bölümü, farz-ı muhal, Alman piyasalarından çekildiğinde, Almanya çöker! O ülkelerin güçlü siyasal yapısı nedeniyle, piyasa aktörleri buralara dadanamıyorlar. Zayıf siyasal yapılı gelişmemiş ülkeleri tercih ediyorlar.
Piyasa enstrümanları...
Türkiye'de en önemli piyasa enstrümanı olan 'faiz' musibetini irdeleyelim. Türkiye, bu yıl yaklaşık 55 katrilyon lira faize ödeyecek. Bu toplanacak vergilerden daha büyük bir miktar. Türkiye'de toplanan vergilerin yüzde 65'ini KDV oluşturduğundan, herkes vergi veriyor. Dolayısıyla hepimiz karınca kararınca "rant ekonomisine" katkıda bulunuyoruz. Zaten üretimsiz ekonomide "faiz" fakirin cebinden zengine para hortumlamaktır. Ekonomi "üretim"e dayanır. Ekonomi "üretim" ile başlar. Eğer talebi olan bir mal ve hizmeti üretmiş ise, insan ürettiğini satar. Gelir elde eder. Türkiye'de ise ekonomi faize, borsaya dayanıyor. Bazı büyük bankalar bu yıl katrilyonluk kar beklentisi içinde. Mesela Akbank, 9 ayda 484 trilyon lira net kar açıkladı. Bu insanlar neden tatlı karların devam etmesini istemesinler! Bu ülkede sıcak parası olanın "hiç bir risk almadan" dolar bazında yılda yüzde 40 gelir elde etmesi pekala mümkün. Peki bu paraların kaynağı? Senden, benden dolaylı ya da dolaysız toplanan vergiler... Yani millet olarak faizcilere çalışıyoruz.
57. Hükümet niye ağır bedel ödedi? Üretim imiş, istihdam imiş, hastane imiş, okul imiş, fakirlik imiş; bunları umursamadı da, ondan. Milletten topladığı vergileri rant çarkına aktardı. Herkes sabahtan akşama döviz ve faiz ile uğraştı.
Ecevit'in Başbakanlık koltuğuna oturduğu koalisyon hükümeti niye ağır bedel ödedi? Kemal Derviş başkanlığındaki Hazine ve Merkez Bankası bürokratlarının oluşturduğu teknokrat hükümetinin kendilerine verdiği görevleri, kendilerine verilen 'takvim' çerçevesinde yerine getirdikleri için, Türk siyasi tarihinin en ağır bedelini ödedidel. Meclis'i toplamışlardı. Meclis'ten teknokrat hükümetinin istediği kanunları (bu arada da sağdan soldan Meclis'e yollanan kanunları) çıkarmışlardı. İşte bunun içindir ki, Ecevit hastalandığında 'çalışır gibi' Başbakanlığa gelip gittiği dönemde, 'çalışamaz duruma düştüğü için' evde kaldığı dönemde de 'hiçbir şey değişmedi'.
Teknokrat hükümetten ülkeye hakim milli güç odakları memnundu. Çünkü teknokrat hükümet üyeleri onları kolluyordu. Teknokrat hükümeti oluşturan ABD yönetimi, IMF ve Dünya Bankası da memnundu. İstediklerini yapıyordu bu hükümet...
AKP Hükümeti de, böyle davranırsa, sonuç farklı olmayacaktır... AKP kurmayları da bunun farkında. Çünkü önlerinde kocaman bir ibret levhası duruyor.
İyimserlik tuzağı
en tehlikeli tuzak
Döviz fiyatı azalıyor. Enflasyon düşüyor. Faiz aşağıya çekildi. Mucizeler yarattık. Dünya bize hayran... Bu iş oldu bitti. Yok öyle yağma! Bunları söyleye söyleye, dinleye dinleye iyimserlik tuzağına düşüyoruz. Bu tuzak çok tehlikeli bir tuzak. Bugünlük bu kadar yeter. Bu iyimserlik meselesini biraz daha deşmek için konuya yarın da devam edeceğiz...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Recep Bahar / diğer yazıları
- ABD harika bir ekonomiye mi sahip? / 14.08.2018
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016