Türkiye'de ekonomideki yanlış yönetime pandeminin etkisi de etkilenince vatandaşların gelirleri ve giderleri arasındaki uçurum iyice derinleşti.
Yaşadığımız ekonomik krizin faturasını sadece pandemiye yüklemek, kolaycılıktır, iş bilmemektir, hala sorunları doğru teşhis edememektir.
Şu bir gerçek ki, şu an hangi ekonomik sorunları yaşıyorsak, pandemi olmasa dahi yaşayacaktık. Pandemi sadece katalizör görevi gördü, biraz hızlandırdı.
Siyasilerimiz, Merkez Bankası'nın kasasında, Hazine'de para kalmadığı için, hatta açık verdikleri için, pandemi ile mücadelede sağlığı değil, ekonomiyi ön planda tuttular.
Peki, ekonomiyi ön planda tuttular da bir nebze olsun ilerleme kaydedebildiler mi? Bırakın ilerleme kaydetmeyi, ekonomiyi daha da batırdılar. Her geçen gün biraz daha bataklığa saplanıyoruz. Bize de "Bırakın dağınık kalsın" demek düşüyor.
Bir fıkra anlatılır; adamın üç tel saçı varmış, berbere gitmiş. Berber sağa taradığında bir tel kopmuş, sola tarağın da bir tel daha kopmuş. Berbere kızan adam bunun üzerine "Bırak dağınık kalsın" diyerek kalkmış. Bizim siyasilerimizin ekonomi yönetimi de böyle.
Ekonomiyi doğru adrese, işin ehline bırakmıyorsanız, bırakın dağınık kalsın.
Bugün ülkemizde işsizler ordusuna yeni yüzbinler ekleniyor. Yani bu insanların dün açlık sınırında dahi olsa bir geliri varken, şimdi bundan da mahrumlar.
Milyonlarca işçi ise bin küsür lira olan Kısa Çalışma Ödeneği'ne talim ediyor.
Esnaf kesimi, pandemi döneminde aç-kapa siyasetiyle büyük bir gelir kaybına uğradı, TESK'in açıklamasına göre, zaten borcu vardı, şimdi bir bu kadar borç daha ilave oldu. Pandemi bitse, tam normalleşme yaşansa bile esnafların derdi bitmeyecek, esnaf asla normalleşemeyecek.
Vatandaşların gelir tablosu buyken, yerlerde sürünüyorken, enflasyonun, pahalılığın artması, vatandaşlara çifte darbe vurulması anlamına geliyor.
Yeri gelmişken ifade edelim ki, açıklanan resmi enflasyon rakamları da tam olarak sahadaki gerçeği yansıtmıyor. Malum, önceki gün resmi tüketici enflasyonu yüzde 17,14; üretici enflasyonu ise yüzde 35,17 olarak açıklandı.
Bankalar arası faiz rakamını ifade eden MB politika faizi bile yüzde 19 seviyesindeyken, bunun piyasaya yansıması yüzde 35-40'lar seviyesinde olurken, yüzde 17 tüketici enflasyonu pek gerçekçi ve inandırıcı değil.
Kamu-Ar gibi araştırma kuruluşları halkın gerçek enflasyonunun en az yüzde 30'lar seviyesinde olduğunu belirtiyorlar.
Ama bu resmi rakamda bile fahiş artış, durumun ciddiyetini gösteriyor.
Bir diğer önemli husus ise, resmi üretici enflasyonunun yüzde 35 olması. Üretici enflasyonu, üreticinin üretim yaparken maruz kaldığı maliyet enflasyonudur.
Üretici bu maliyet artışını mutlaka fiyatlarına yansıtmak zorundadır, yansıtmazsa kar edemez ve batar. Bu durum, önümüzdeki günlerde resmi tüketici enflasyonunun da yeni rekorlar kıracağı anlamına gelmektedir.
Bilimsel gerçekler bunu gösteriyor ama göreceğiz ki, masabaşında bunun da üstü örtülecek ve gerçekler resmi rakamlarla milletten saklanacak.
Halbuki gerçek enflasyon vatandaşların giderleriyle alakalı; resmi enflasyon ise geliriyle alakalı. Gerçek enflasyon hızla artarken, resmi enflasyonun masabaşı çalışmalarıyla kısmen artması, vatandaşın satın alma gücüne büyük bir darbe vurmaktadır.
Vatandaşın gelirini sürekli eriten bu ekonomi anlayışı; "1990'lı yıllarda bir asgari ücret ile 14 çeyrek altın alınabiliyorken, bugün neden 3 çeyrek altın alınabiliyor?" sorusunun da cevabıdır.
Türkiye, ekonomiyi dışarıdan alınan borçla döndürmeye devam ettikçe, üretimi ve tüketimi de ithal ürünlere mahkum hale getirmeyi sürdürdükçe, bu kötü sonuç asla değişmeyecektir.
Dolar şu sıralar 8,30 lira seviyesindedir. Ama Uluslararası Finans Enstitüsü (IFF) başekonomisti Robin Brooks, Türk Lirası'nın ABD Doları karşısında gerçek uygun değerini 9.50 lira olarak açıklamıştır. Bunun anlamı, dolar bu rakamlara çıkartılacaktır.
Borca ve ithalata mahkum olduğunuz zaman, dolardaki bu fahiş artış, direkt olarak hem üretimde hem de tüketimde enflasyon artışı demektir.
Diğer önemli bir husus ise, gıdadaki ithalat bağımlılığımızdır. Buğday, mısır gibi en temel ürünlerimizde bile ithalata mahkum olduk. Ama değişik nedenlerle gıda fiyatları dünya genelinde astronomik bir şekilde artmaktadır.
Örneğin, buğday fiyatı bir haftada yüzde 3,5 arttı, mısır yüzde 6,4, soya fasulyesi yüzde 1,3 değer kazandı. Uzmanlar buğday fiyatındaki artışın nedenini, "ABD'de soğuk hava koşulları nedeniyle buğday arzına yönelik endişeler" olarak özetliyor.
Bahane mi yok? Bugün bu bahaneyi bulan, yarın nicelerini bulur. Minareyi çalan kılıfını uydurur. İthalata mahkum olursanız, ABD nezle olur, siz ise zatürreden mahvolursunuz.
Vatandaşlarımızı ezen bu yanlış tablodan kurtulmamız için Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın dediği gibi "Sistem değişmesi lazım."
Bizi borca ve ithalata mahkum olmaktan kurtaracak, vatandaşlarımızın gelir-gider dengesini en güzel bir şekilde sağlayacak, devleti vatandaşlarına hizmette güçlü kılacak bir sistem lazım. İşte bu sistemin, değil Türkiye'de, dünyada tek adı var, o da Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'dir.
Bu eşsiz Modeli parti programına alan BTP'ye ve bu Modeli yetişmiş kadrosuyla hayata geçirecek olan BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'a acilen fırsat vermeliyiz.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024