NATO tatbikatında Atatürk'ün resmi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ismi hedefe konulmuş, Türkiye haklı olarak buna tepki göstermiştir. NATO yetkilileri özür dilemiş ve bu densizliği yapan iki teknisyenin görevden alındığını bildirmiştir.
Bundan sonra gelişmeler nasıl seyreder bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir gerçek var, o da şudur: NATO, İslâm dünyasına karşı kurulmuş bir askeri örgüttür. Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra, NATO'nun bu yüzü açıkça görüldüğü halde Türkiye, NATO üyeliğini sorgulamamış ve tartışmaya açmamıştır.
NATO, bir Yahudi kuruluşu olan ve ABD'yi perde arkasından yönettiği bilinen CFR'nin, toplantılarında alınan karar üzerine kurulmuştur. Kuruluşundaki asıl amaç, Hıristiyan ve Yahudilerin ortak ideali olan "Tek Dünya Devleti"ni gerçekleştirmektir. Bu devletin kurulabilmesi için son Haçlı Seferi olan Armageddon Savaşı'nda bütün Müslümanların yok edilmesi gerekmektedir. Hıristiyan ve Yahudilerin ortak inancı böyledir.
Tek Dünya Devleti, Hıristiyan ve Yahudilerin kaynaklarında "Tanrı'nın Krallığı" olarak geçmektedir. İşte NATO, o devletin ordusu konumunda plânlanmıştır. Bir başka deyişle NATO, bugün Armageddon ordusu işlevi görmektedir.
Hıristiyan ve Yahudilerin, NATO'ya böyle bir görev yüklediklerine dair deliller çok, yalnızca bir kaçını nakledelim: 24 Ekim 2003'te Prag'da gerçekleştirilen "NATO ve Büyük Ortadoğu" adlı konferansta konuşan NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholos Burns şöyle demiştir: "Hem kavramsal, hem de askeri gücümüzle doğuya ve güneye konuşlanmak zorundayız. NATO'nun geleceğinin doğuda ve güneyde olduğuna inanıyoruz. Bu da Büyük Ortadoğu'dur."
R. Nicholos Burns'un "konuşlanmak" kelimesini, Ortadoğu'da terör örgütlerini desteklemek ve üs kurmak, daha doğrusu işgal olarak anlamak gerekir. Nitekim yapılanlar tam da böyledir.
Soğuk Savaş sonrası İskoçya'da yapılan bir NATO toplantısında dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, açıkça ve resmen şöyle demiştir: "NATO'nun düşmanı İslâm'dır." Bu gerçeklerin bilinmesine ve görülmesine rağmen, NATO üyeliğini sürdürmek, sonra da NATO tatbikatında "hedefe konulduk" diyerek tepki göstermek büyük bir çelişkidir.
Yaşadığımız bunca acı olaylar, NATO'nun kuruluşundan beri hedefte olduğumuzu göstermiyor mu? NATO tatbikatında hedefe konulmak, gafletten uyanmaya vesile olması bakımından uyarıcı bir gelişme olarak yorumlanabilir.
Görülen o ki, Türkiye gaflet ettikçe, düşmanlarımız senaryolarını gizlemeden sahneliyorlar. NATO tatbikatında yapılan da bunlardan sadece biridir. O nedenle Hükümet, hamaset yapmadan, kamuoyuna yönelik demeçler vermeden önce, gerçeklerle yüzleşmek zorundadır.
Bundan sonra gelişmeler nasıl seyreder bilemeyiz. Ama bildiğimiz bir gerçek var, o da şudur: NATO, İslâm dünyasına karşı kurulmuş bir askeri örgüttür. Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra, NATO'nun bu yüzü açıkça görüldüğü halde Türkiye, NATO üyeliğini sorgulamamış ve tartışmaya açmamıştır.
NATO, bir Yahudi kuruluşu olan ve ABD'yi perde arkasından yönettiği bilinen CFR'nin, toplantılarında alınan karar üzerine kurulmuştur. Kuruluşundaki asıl amaç, Hıristiyan ve Yahudilerin ortak ideali olan "Tek Dünya Devleti"ni gerçekleştirmektir. Bu devletin kurulabilmesi için son Haçlı Seferi olan Armageddon Savaşı'nda bütün Müslümanların yok edilmesi gerekmektedir. Hıristiyan ve Yahudilerin ortak inancı böyledir.
Tek Dünya Devleti, Hıristiyan ve Yahudilerin kaynaklarında "Tanrı'nın Krallığı" olarak geçmektedir. İşte NATO, o devletin ordusu konumunda plânlanmıştır. Bir başka deyişle NATO, bugün Armageddon ordusu işlevi görmektedir.
Hıristiyan ve Yahudilerin, NATO'ya böyle bir görev yüklediklerine dair deliller çok, yalnızca bir kaçını nakledelim: 24 Ekim 2003'te Prag'da gerçekleştirilen "NATO ve Büyük Ortadoğu" adlı konferansta konuşan NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholos Burns şöyle demiştir: "Hem kavramsal, hem de askeri gücümüzle doğuya ve güneye konuşlanmak zorundayız. NATO'nun geleceğinin doğuda ve güneyde olduğuna inanıyoruz. Bu da Büyük Ortadoğu'dur."
R. Nicholos Burns'un "konuşlanmak" kelimesini, Ortadoğu'da terör örgütlerini desteklemek ve üs kurmak, daha doğrusu işgal olarak anlamak gerekir. Nitekim yapılanlar tam da böyledir.
Soğuk Savaş sonrası İskoçya'da yapılan bir NATO toplantısında dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, açıkça ve resmen şöyle demiştir: "NATO'nun düşmanı İslâm'dır." Bu gerçeklerin bilinmesine ve görülmesine rağmen, NATO üyeliğini sürdürmek, sonra da NATO tatbikatında "hedefe konulduk" diyerek tepki göstermek büyük bir çelişkidir.
Yaşadığımız bunca acı olaylar, NATO'nun kuruluşundan beri hedefte olduğumuzu göstermiyor mu? NATO tatbikatında hedefe konulmak, gafletten uyanmaya vesile olması bakımından uyarıcı bir gelişme olarak yorumlanabilir.
Görülen o ki, Türkiye gaflet ettikçe, düşmanlarımız senaryolarını gizlemeden sahneliyorlar. NATO tatbikatında yapılan da bunlardan sadece biridir. O nedenle Hükümet, hamaset yapmadan, kamuoyuna yönelik demeçler vermeden önce, gerçeklerle yüzleşmek zorundadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018