Orman, bir ekosistem olarak, hacmi, sınırları, yapısı, çevresi belli olan, belirli elemanlar içeren, çevresi ile karşılıklı etkileşimde bulunan ve birtakım görevleri yapan bir bütündür. Uygun koşulların bulunduğu yerlerde kendiliğinden yetişen bir zenginliktir.
Yüzyıllar içerisinde elemanlarını çoğaltarak gelişir, ağaçların tepeleri ormanın çatısını tam kapatır ve koşulların mümkün kıldığı en olgun bir yapıya (klimaks veya optimum yapıya) ulaşır. Bu yapı, kendisine dışarıdan bir müdahale olmadığı sürece, sürekli olarak kendisini bir bütün olarak korur. Ancak, bu bütünün içerisindeki canlı elemanlar doğum, ölüm, rekabet, yaşam mücadelesi gibi doğal olaylar yoluyla sürekli olarak kendi aralarında yer değiştirirler. Böylece, ekosistemde doğal bir denge oluşur.
Çevresel etkenler yüzünden bu doğal dengenin kısmen bozulması halinde, doğal dengenin yeniden sağlanması için, bir tedavi yöntemi olarak, orman hemen bazı savunma önlemleri almaya başlar. Örneğin, bitkiler bol tohum, yaprak ve sürgün vermeye başlar, hızla aşırı çoğalan zararlılar çoğalan biyolojik düşmanları tarafından yok edilirler ve düşmanları da daha sonra açlıktan yok olurlar, ağaçların bir kısmı çalılaşarak tepelerini hayvanlara karşı korumaya çalışırlar. Ormanın doğal dengesi, yangın ve insan zararları nedeniyle aşırı bozulursa, orman alanı bir yere kadar daralır veya sonunda orman ekosistemi yok olur, yerini ya çalı ve çayırlar kaplar yahut arazi erozyon yüzünden kayalık hale gelir.
Doğal dengeye kavuşmuş optimum orman yapısı, aşırı çevre zararları olmaması halinde, orman ağaçlarının doğal ömürlerinin sonuna kadar korunur. Nihayet, aşırı yaşlanan ağaçların toplu veya bireysel halde kurumaları veya devrilmeleri sonucu, doğal denge bozularak, orman alanı yer yer açılır ve sahaya tekrar aynı yaşta veya değişik yaşlarda genç ağaçlardan oluşan bir orman gelir yahut bozuk orman yapısı oluşur. Bu ormanlar da uzun yıllar sonra, yine dengeli optimum yapıya kavuşur. Orman ekosisteminin yaşam döngüsü böylece sonsuza kadar uzayıp gider.
Örneğin onlarca yıldır hükümetlerin yanlış politikaları yüzünden, köylerimizdeki hayat standardı düştüğü için, geçim sıkıntısı nedeniyle köylülerimiz büyük kentlere göçmüş ve bu kentlerin nüfusu aşırı derecede artmıştır. Daha önceleri bir kısım orman köylüleri ormanlarda kaçak kesimler yaparak, köylerinde kalmaya direnmiş ise de daha sonraları orman suçlarının cezalarının artması sonucu, köylerini terk etmişler ve köylerde terk ettikleri tarım arazileri üzerinde tekrar ormanlar oluşmaya başlamıştır.
Kadastro faaliyetleri sonucu sonradan ormanlaşan alanlar orman sınırları içine alınmış ve orman alanımız yaklaşık 20 milyon hektardan 22 milyona çıkmıştır. Orman alanındaki bu olumlu artış, hükümetlerin başarısından değil, yanlış politikalarından ve kısmen ağaçlandırmalardan kaynaklanmıştır.
Buna karşın büyük şehirlerde tarifi imkânsız zararlar ortaya çıkmıştır. Örneğin, İstanbul'da yoğunlaşan nüfus, İstanbul orman alanlarının işgaline ve bölük pörçük olmasına neden olmuştur. Hükümetlerin, oy avcılığı veya yandaşlarına rant sağlama amacıyla, ormanların ve ekolojik-jeolojik nedenlerle korunması gereken alanların elden çıkmasına yardımcı olduğu görülmektedir. Bu durum, son yıllarda Kanal İstanbul projesi ile ayyuka çıkmış bulunmaktadır.
Kanal İstanbul'un gerçekleşmesi halinde, Karadeniz'den Marmara denizine doğru ortaya çıkacak şiddetli su akıntısının tabandaki toprak ve kumun Marmara denizine akmasına ve kanalın derinliğinin zamanla daha fazla artmasına neden olacağı açıktır. Bu durum, taban kısmının aşınan yumuşak zeminden oluşmasından kaynaklanacaktır.
Kanalın inşası sırasında ve sonraki yıllarda milyarlarca megaton ağırlığındaki toprak yer değiştirerek, arazideki doğal dengeyi bozacak ve İstanbul'un Marmara denizine kayması veya oluşacak bir deprem sonrası ortaya çıkacak felaket, bir daha düzeltilmesi mümkün olmayan bir durumla karşılaşmamıza neden olacaktır.
Diğer taraftan, Prof. Dr. H. Ferhat Bozkuş ile 1996 yılında Terkos (Durusu) kumulları ile ilgili yaptığımız bir araştırmada, Karadeniz'den esen rüzgârların kumul alanlarını genişlettiği ve Terkos gölünü kumlarla doldurmaya çalıştığı anlaşılmıştır. Bu nedenle, Karadeniz'den esen rüzgârlar Terkos kumullarının oluşmasına neden olduğu gibi, kanalın da zamanla kumlarla dolup tıkanmasına neden olması olasılığı vardır. Buna ekonomik olarak engel olmak da mümkün olmayabilir.
Diğer taraftan, kanaldan akacak tuzlu su, tatlı sudan daha yoğun olduğu için, kanalın civarındaki tatlı su kaynaklarındaki suların kanalın içine akmasına neden olacaktır. Böylece, İstanbul'un içme suyunu karşılayan bu tatlı su kaynakları yok olacaktır.
Yapılacak kanalın zemin kısmının killi kayaçlardan oluştuğu, bu güzergahtaki Küçükçekmece gölü, Sazlıdere barajı, sulak alanlar ve bataklık alanlardan anlaşılmaktadır. Geçirgen bir zemin olsaydı, bu söz konusu oluşumlar zaten olamazdı.
İktidarlara memleketi felakete götürme yetkisi, seçimlerle verilemez ve böyle bir hakları yoktur. Kanal İstanbul gibi bir mega projenin yapılması ile dönüşü olmayan bir yola girildiği anlaşılmaktadır. Görülüyor ki, bugün ormanların gelişmesi olayı, yandaşların gelişmesi olayına dönüşmüştür.
- Ormancılıkta araştırma yöntemi / 28.03.2022
- Orman üretim araştırmaları / 21.03.2022
- Sosyo-ekonomik konumu iyileştirmek / 15.03.2022
- Ağaç soyunu iyileştirmek / 08.03.2022
- Ortamın verim gücünü arttırmak / 01.03.2022
- Meşcerede aralama kesimleri / 22.02.2022
- Ormanda üretim nasıl arttırılır? / 15.02.2022
- Meşcere kuruluşunu düzenlemek / 07.02.2022
- Meşcere kuruluşunu düzenlemek / 01.02.2022