Bir ülkenin ekonomik bağımsızlığının temeli, toprağı ve çiftçisinin yetiştirdiği tarımsal ürünlerdir. Tarihe baktığımızda, üretimleri kendi insanının elinden çıkaran devletler ya bağımsızlığını kaybetmiştir ya da onu ele geçirenlerin kuklası haline gelmişlerdir? Bir tarım ülkesi olmamız hasebiyle Türkiye'nin ekonomisinin kökü ise tarımdır dersek abartmış olmayız. Bu sektör yok olmaya yüz tutarsa ki, vaziyet onu gösteriyor; Türkiye ekonomisi de onunla beraber çökmeye elbette mahkûm olur. Tarımla uğraşan insanımızın ülke nüfusuna oranı % 35-40 ise de geçimini tarımdan sağlayan insanımızın sayısı ülke nüfusunun %60'ın tekabül ediyor. %35-40 fiilî olarak tarımda çalışan insanın oranıdır. % 20-25 de tarımdaki insanların ürettikleri mahsulleri alıp, işleyip, paketleyip, satan, fabrikalarında hammadde olarak kullanan sanayici, işadamı, tüccar, ihracatçı ile onların işletmelerinde, fabrikalarında, mağazalarında çalışan işçilerdir. Eğer çiftçi üretmezse tüm bu insanlar neyi işleyip, neyi ihraç edip, hangi mahsulü, mamulü satacaklar?.. Ülkemiz adeta bir tarım cenneti? Tüm dünyanın tarımsal çeşidini üretebilecek bir toprak varlığına ve iklim farklılıklarına sahip? Tropikal meyvelerden tutunda özel üretim şartları isteyen tarımsal türlerin hemen hemen tümü cennet vatan ülkemizde yetişebiliyor. Hatta dünyadaki bazı ürünlerde de yetiştirici olarak tek söz sahibiyiz. Fındık, incir, üzüm, zeytin, pamuk ve kestane gibi? Hal böyle olmasına rağmen hala ülkemizin oluşmuş bir ulusal tarım politikası bile yok. Tarımımızı, çiftçi ve köylümüzü gelişmiş ülkelerin ve dünya pazarlarının kartelleşmiş çok uluslu firmaların insafına terk etmişiz. Düşünün bir kere dünyadaki fındığın %70'nin üretimi biz de. Üzüm üretiminde ise birinci sıradayız. İncirde tartışmasız söz sahibiyiz. Tariş gibi üretici kooperatifimizle zeytinyağında altın madalya kazandık, pamuktaki kalitemiz tartışılmaz derecede tescilli ama bunları üreten ziraatçımızın hali içler acısı ve perişan.Tarım kesimi yıllar boyu sadece seçim zamanlarında hatırlanıp gerçekleşmeyecek vaatlerle kandırılarak özüne uygun olmayan politikalara kurban edile geldi bugüne dek. Gelişmiş ülkelerin çiftçileri karşısında yalnız bırakılarak sahip olduğu destekler IMF'nin, Dünya Bankası'nın talimatları ile bir bir ortadan kaldırıldı. Tarımın girdilerinin maliyetleri arttırılırken ürünlerinin fiyatları tam aksine geriledi. Teknolojik gelişmelerden yoksun bırakılarak insan gücüne dayalı üretim tekniğine mahkûm edildi. Tarımın ihtiyacı olan sulama yapıları zamanında planlanıp yapılmadığından dereler, nehirler boşa akarken artezyen sulamalarına da mahkûm edilen bu kesimin mazot ve elektriğe de büyük bedeller ödemesine sebep olunmuştur. Tarım arazileri korunmayarak üretimden düşürülmüştür. Yabancı devletlerin danışmanlarının talimatları doğrultusunda yerli tohumlar yok edilmiş, çiftçi hibrit tohumlara bağımlı hale getirilmiş, zamanında sahip olduğu organik tarım yok edilerek Avrupa'lının kimyasallarına, genetik yapısı bozulmuş tohumlarına pazar edilmiştir. Toprağının ekolojik dengesi kontrolsüzce kullanılan böcek öldürücü, ot yok edici ilaçlarla bozulmuştur. Şimdi de gelişmiş ülkelerin büyük desteklerle finanse ettiği çiftçilerinin ürettikleri tarım ürünlerinin maliyetinin ucuzluğu ile ithal bombardımanına tâbi tutulmaktadır. Her türlü tarımsal ürün, damızlık hayvan pazarlayan uluslararası şirketlerin arenası haline gelmiştir Türkiye. Türk tarımını kalkındırmak, ürettikleri ile kendi kendine yeten yedi ülkeden biri haline getirmek için Atatürk'ün dediği gibi köylüyü tekrar milletin efendisi haline getirmeliyiz. Buna mecbur vede mahkûmuz yoksa açlık kapıda bekliyor.İnanın çiftçi kimseden iane istemiyor, sadaka istemiyor, himmet ise hiç beklemiyor. Tarımın girdilerini dünya çiftçileri gibi aynı değerde kullanmak istiyor. Üretimde kullandığı gübrede, ilaçta, mazotta, elektrikte ÖTV, KDV, gümrük vergileri gibi kamburları sırtında taşımak istemiyor. Ülkenin akarsuları boşa akarken tarlasını sulayacak su için yüzlerce metre derindeki yeraltı suyuna mahkum edilmek istemiyor. Toprağının mirasyedi gibi talan edilip, satılmasını, gelişigüzel yapılaşmalarla işgal edilmesini, milyonlarca yılda meydana gelen tarım alanlarının hoyratça yok edilmesini istemiyor. Tarımda kullandıkları kredilerin faizlerinin ağırlığı altında ezilmek istemiyor. Zamanında verilmeyen primlerinin ve desteklerinin AB ülkeleri ayarında olmasını istiyor. Hülasa köylü İktidardan yoluna kurban olduğu AB ülkelerinin tarım ve çiftçisine davrandığı şekliyle kendisine muamele edilmesini istiyor.
Adem Birinci / diğer yazıları
- Ali'nin Hendek’teki darbesi / 28.11.2023
- Kisa hadisi ve Ehl-i Aba / 25.11.2023
- Huzur hakkı ve çoklu maaş / 17.11.2023
- Zilzal Suresi / 26.10.2023
- Bu ülke insanı intihar edemez / 24.10.2023
- Taif ya da zulüm ve merhamet / 06.10.2023
- Boykot / 04.10.2023
- Hz. Fatıma anamızın nuru / 27.09.2023
- Âlemler nura gark oldu Muhammed doğduğu gece / 26.09.2023
- Ebu Leheb (Ateşin Babası) / 04.09.2023
- Kisa hadisi ve Ehl-i Aba / 25.11.2023
- Huzur hakkı ve çoklu maaş / 17.11.2023
- Zilzal Suresi / 26.10.2023
- Bu ülke insanı intihar edemez / 24.10.2023
- Taif ya da zulüm ve merhamet / 06.10.2023
- Boykot / 04.10.2023
- Hz. Fatıma anamızın nuru / 27.09.2023
- Âlemler nura gark oldu Muhammed doğduğu gece / 26.09.2023
- Ebu Leheb (Ateşin Babası) / 04.09.2023