Bir teklif: off-road yarışlarını İstanbul'da yapalım

İstanbul'un trafiğiyle ilgili yazmamayı düşünüyordum, ama artan trafik keşmekeşliğine, getirilmek istenen trajikomik çözümlere artık dayanamayarak yazmaya karar verdim.  İstanbul'un trafik meselesi, burada yaşayan bizler için sürekli gündemde, ama bugünlerde Türkiye'nin de gündemine oturdu.İstanbul insanı trafikle yatıp, trafikle kalkıyor. Çünkü zamanının önemli bir bölümünü trafikte geçiriyor. Metro ve tramvay güzergahında oturan, çalışan insanlar nispeten daha rahat. En azından trafiğin keşmekeşliğine fazla şahit olmuyorlar, ama ya bu güzergahın dışında olan çoğunluk? Bir de işi sürekli dışarıda olanlar, ömrü yollarda geçenler? Rüyalarında bile trafiğin yoğunluğuyla meşgul oluyorlar.

Trafik herhangi bir nedenden -kaza, yol yapımı, yolların uygunsuzluğu, işe gidiş-geliş saatleri yoğunluğu vs.- ötürü tıkanabiliyor. 10 dakikalık yolu 1,5 saatte gitmek zorunda kalıyorsunuz ve yolda kimiyle hısım, kimiyle de hasım oluyorsunuz.Eskiden yollardaki yoğunluk zaten yetiyordu, şimdilerde ise caddelerde garip bölünmeler de bu yoğunluğa yoğunluk katıyor. Arabayla gidiyorsunuz 5 şeritlik yol bir anda 2 şeride düşüveriyor. Şerit çizgisini takip ediyorsunuz, bir de bakıyorsunuz şerit çizgisi ortadan kaybolmuş. "Yahu ben hangi şeritteydim" şaşkınlığına düşüyorsunuz. Üstelik bu kaybolan şeritler sol tarafta olunca arabaların ani manevralarına sahne oluveriyor.

Geçenlerde Yenibosna'da bir kaza oldu. Kazada ölü de vardı. Sürücü karşısında bir anda bölmeyi görünce sağa mı sola mı manevra yapayım telaşına kapılınca ve aniden direksiyonu sağa kıvırınca araçlara çarptı ve kaza ölümle sonuçlandı. Ortadaki aniden ortaya çıkan bariyerlere çarpıp kaza yapanların da haddi hesabı yok.Peki ya ne olduğunu anlamakta zorluk çektiğimiz yan yollara ne demeli? E-5 üzerinde, Topkapı'ya giden istikamette, Yenibosna, Şirinevler, Bahçelievler ya da Ataköy'e girmek isteyenler yandı. Havaalanı'ndan E-5'e çıkış noktasında bir giriş var -o da zaten Havaalanı'nın yoğunluğunu taşıyor-, bunu kaçırdınız mı taa Bakırköy sapağına kadar giriş yok. Trafik bu iki giriş noktasında öyle bir tıkanıyor ki, şoförler eskiyi rahmetle anıyor. Adeta yeni köprü gişeleri oluştu ve bu giriş trafiği bütün E-5'i tıkıyor.Anlayacağınız İstanbul'un otoban yolları bile şu sıralar labirent gibi.

Ya içerilere ne demeli?Yazımın başlığında da ifade ettiğim gibi, bence off-road yarışları mutlaka İstanbul'da yapılmalı. İstanbul'un ara sokakları, caddeleri çok uygun. Öyle boş bir arazide yarış yapmak kolay, gelin bir de İstanbul'da yapın, o zaman anlarız ne kadar usta şoför olduğunuzu. İstanbul'un caddelerinde neyle karşılaşacağınız belli değil. Karşınıza bir anda bir çukur, bir tümsek, bir yol yapımı, açık bir mazgal ve daha nice sürprizler çıkabilir. Her gün geçtiğiniz yollarda bile oldukça sürprizlerle karşılaşıyorsunuz.Ben teklifimi yineliyorum, önümüzdeki ilk off-road yarışını İstanbul sokaklarında yaptıralım, ciddi bir teklif, dikkate almalısınız.

Neyse, esprimizi tadında bırakıp konumuza dönelim. Öyle garip çözümler ortalıkta uçuşuyor ki, bunlar çözüm için mi söyleniyor, yoksa vatandaş çok büyük bir suç işledi de ceza mı aranıyor anlamakta zorluk çekiyorum.Şimdi şunu iyi kavramak lazım: vatandaş başka bir yerde yaşayıp da İstanbul'a göç ettiyse bu onun suçu değil, o vatandaşı o göçe mecbur bırakanlardadır. Görünen manzaraya bakın, suçlu olanlar, o suçun faturasını zaten hayatıyla ödeyenlere yeniden fatura kesiyor.O göç etmek zorunda kalan vatandaş maddi imkansızlıklar sebebiyle, evini, barkını geride bırakarak el diyarlara geliyor. Bunun sorumlusu ona aş ve iş vaatleriyle iktidara gelen siyasilerimiz değil mi?

Yok efendim, İstanbul'a vize uygulamasıymış; yok İstanbul'u daha da pahalılaştırarak yaşanmaz hale getirerek göçlere engel olmakmış, hatta boşalttırmakmış; yok araçlara bazı kısıtlamalar getirmekmiş; yok efendim, trafiğin en yoğun olduğu saatlerde trafiğe çıkış maliyetlerini arttırmakmış; yok tek-çift plaka uygulamasıymış, yok İstanbul'daki benzini pahalılaştırmakmış, yok şu, yok bu?Yahu bu millete eziyet çektirmek için kafa yoracağınıza, milletin işlerini kolaylaştırmak, millete hizmet için kafa yorsanız bu mesele kırk defa çözülmüştü.Siyasilerimiz sadece seçim yatırımı amacıyla habire kaldırım söküp kaldırım takacağına, dostlar alışverişte görsün misali durmadan çukur açıp çukur kapatacağına, İstanbul'dan çok daha kalabalık metropollerde bu problem nasıl çözülmüş bir inceleselerdi ve benzer metotları tatbik etselerdi bugün bu sorunları konuşmak zorunda kalmazdık.Milli Ekonomi Modeli tezinin sahibi, çözüm insanı BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş Bey, bu konuda da önemli projeler ortaya koydu.Sayın Baş, öncelikle siyasetçinin görevinin milletin elindekini almak, özgürlüklerini sınırlandırmak değil, milletine yeni imkanlar sunmak olduğunu vurguladı.Sayın Baş, Japonya ve birçok ülkede olduğu gibi direklerin üzerine raylı sistem kurularak ve yer altı çalışmaları sonucu metro güzergahlarını arttırarak toplu taşımacılığın genişletilmesi gerektiğini söyledi.

Toplu taşıma kılcal damarlara kadar cazip bir hale gelir ve vatandaş buna yönlendirilebilirse, İstanbul değil 15 milyon, çok daha fazlasını kaldırabilecek bir düzeye gelebilir.Ama siz kalkıp da toplu taşıma problemini çözmeden, cazip hale getirmeden bir takım kısıtlamalara giderseniz, bu vatandaşın sosyal haklarının elinden alınması, sosyal adaletsizliğin artması anlamına gelmektedir. İstanbul'a göçü önleminin de tek bir yolu var, o da Sayın Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'dir.Siz insanları bulunduğu yerlerde üretmesine, çalışmasına, karnının doymasına, eğitim ve sosyal imkanları elde etmesine kapı açarsanız, insanlar niçin kendi cennet gibi topraklarını bırakarak şehrin bunalımı içerisine girsin, gurbet ellerde yaşasın.İşte bu imkanları sağlayacak projeler de sadece Milli Ekonomi Modeli'nde var. Mutlaka inceleyin.