Önce büfedeki çay bardaklar şıngırdadı. Ardından her şeyin sallandığını hissettik.
Biraz uzun mu sürdü nedir?
Uyuyanlar uyandı. Erken kalkıp bir şeyler karalamaya çalıştığım için depremin gel-gitlerini iyice hissettim.
Uzun sürse, bina yıkılsa ne yapabileceğinizi düşünüyorsunuz. Aldığımız tüm eğitimler, yüklendiğimiz tüm bilgiler silinip gidiyor. Aklıma gelen ilk şey henüz yazımı bitirmediğim oluyor.
Ne garip, ölümden ziyade geride yarım kalacak yazılarımı düşünüyorum.
* * *
İzmir bölgesinde meydana gelen depremler bu sıralarda sık sık çevrede hissedilir oldu. Buna rağmen yüksek binaların inşası devam ediyor. Daracık alanlara sığdırılan apartmanlar insanların nefes almasına engel.
Ben eski bir İstanbulluyum. Çocukluk ve gençliğimin bir bölümü orada geçti. İstanbul'un 1960'lı yıllardaki halini bilirim. 60 sene sonraki halini görünce "İyi ki İstanbul'da yaşamıyorum" dedim. Yapılan onca hizmete, yola, köprüye, binaya rağmen araç, bina ve insan keşmekeşine akıl erdiremiyorum.
Böyle bir kentte yönetici olmak, hatta bırakın ili, ilçenin yöneticisi olmak bile mükafattan çok eziyet.
Eğer birine beddua edecekseniz ona "oğlun kızın inşallah İstanbul'da bir okulu kazanır" demeniz yeterli.
Ülkede bunca boş arazi var iken otoparkı olmayan, suyu yetmeyen, kanalizasyon sorunu bitmeyen, 20-30 katlı gettoların yapıldığı, semtten semte fiyatların değiştiği böylesine bir kentte nasıl yaşanır bilemiyorum.
* * *
Bir an için beklenen İstanbul depremini hayal edin. Sadece tatile giden veya dönenlerle bile yolların tıkandığı, araçların gıdım gıdım ilerlediği bir kentte, şehri boşaltmak için hava ve deniz yolunda bile seferberlik başlatmak gerekir.
Yıkılacak onca binanın altında kalanlar nasıl kurtarılır?
Hadi kurtarıldı diyelim nasıl yaraları onarılır? Hangi hastanede yatırılır? Yiyecek ekmek, içecek su nasıl bulunur?
Gölcük depremi Türkiye için büyük bir şok oldu.
Daha önce Gediz depremini canlı canlı yaşamıştık.
Bütün bu sorunlara cevap bulmaya çalışanlar da sizin benim gibi insan nihayetinde. Ellerinde sihirli bir değnek yok. Aklın ön göreceği tedbirlerin dışında bir şey yapılması mümkün değil. Hele geçenlerde yaptığımız İstanbul seyahatinde trafik sıkışıklığını görünce boğulacak gibi olduğumu itiraf etmeliyim.
İnsanları bizim insanımız, yıkılabilecek binaları ve yok olacak araçları, atölye ve fabrikaları milli servetimiz olarak düşününce aymazlığın sınırları insana kaçma duygusu veriyor.
* * *
Peki ya deprem sonrası yaşanan travma…
Kapalı yere girememek, merdiven çıkamamak, bodruma inememek… Perde bile sallandığında avizeye bakmak, bir yere tutunma ihtiyacı duymak bunlar nasıl tedavi edilebilir?
Şimdi bir de pandemi tehdidi ve kış şartları da var.
Mahşeri görmek gibi bir şeydir deprem….
Ne diyeyim?
Allah İstanbul'da yaşayanlar ile bu mega kenti yönetmeye çalışanlara güç ve akıl fikir versin…
- İzciliğin görevi… / 22.06.2025
- Gençlik ve milli demokrasi… / 19.06.2025
- Savaş tamtamları… / 18.06.2025
- Ölenlerin yaşamı… / 06.06.2025
- Söz veren mi, sözünü tutan mı değerli? / 31.05.2025
- Arifler ve âlimler… / 20.05.2025
- Bir öğün, üç tabak yemek… / 13.05.2025
- Zirvede olmak… / 09.05.2025
- Bir saldırının düşündürdükleri… / 06.05.2025