Türkiye 1996'da katıldığı Gümrük Birliği'nin acı reçetesinin bedelini ağır ödedi.
Resmi dairelerde milli bayrammışçasına bayraklar çekerek kutladığımız Gümrük Birliği'nden Türk ekonomisi yaklaşık 100 milyar dolar zarara uğradı.
Bazıları aksini savunsa da; zamanın hükümet yetkilileri de bu zararı doğruluyor ve o zaman yaptıkları hatayı kabulleniyor.
SHP-DYP koalisyonunun temsilcilerinin bu konuda siyasi sorumluluğu var.
Koalisyonun ekonomi ve maliye bakanları yapmış oldukları açıklamalarda böylesi bir durum öngörmediklerini; asıl amaçlarının Avrupa ile daha rahat bütünleşmek olduğunu ifade ediyorlar. Çiller başkanlığındaki koalisyon, Gümrük'te birliğe gidildikten sonra birkaç yıl içerisinde de tam üyeliğin tamamlanacağını umuyordu. Ama olmadı. Avrupa'dan bu yönde ne bir irade ortaya kondu ne de bir açıklama geldi.
Takvimler sarkıtıla sarkıtıla bu günlere gelindi. Hiçbir aklı başında hükümet de "Ne oluyuruz arkadaş..!" diyemedi. Beklentilerle altına imza attığımız Gümrük Birliği tek taraflı uygulamalarla sürdü.
"Belki üye oluruz'' hayali Türk ekonomisine pahalıya patladı.
Rekabet hukuku ve sanayi sözleşmeleri gibi kısmi iyileştirmeler dışında lehimize somut adımlar atılmadı.
Türkiye'nin o zamanki 60 milyonluk pazarına Avrupa'nın bütün sanayi ve tarım ürünleri girerken Türkiye'nin malları bloke edildi. Gümrük Birliği'nde aslolan insan sirkülasyonu değil, malların sirkülasyonu idi.
Bir nevi "Mal geçer adam geçmez'' sendromu. Şimdi de aynı şeyi yapıyorlar.
Türkiye'den insan göçü olmayacak; lakin mallar rahatça pazardan pazara dolaşacak.
Gümrük Birliği bağlamında Avrupa'nın üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşmalar Türk hukukunu bağladı.
Türkiye ikili anlaşmalar yaparken Avrupa'dan onay almak durumunda bırakıldı,çoğunca da bu onay verilmedi.
Türkiye ithalatta rekorlar kırarken, ihracat durdu. Dış açıklar verildi.
Sıkı para ve sıkı maliye politikası uygulayan zamanın hükümeti, bir taraftan tarım ve sanayiye verdiği sübvansiyonları kıstı, bir taraftan da azmış olan enflasyon ile mücadeleye koyuldu.
Cari dengenin bozulması ve dış kalemlerde etkinlik gösterilemesi Türkiye'nin zemininde yeni kaymalara sebep oldu.
Özal zamanında uygulanan arz yönlü iktisadi politikaların devamı olarak takdim edilen 24 Nisan kararları 1996'dan sonra hiçbir fayda getirmedi.
İçiride yapılan ekonomik düzenlemeler dışarıya uygulanan iktisadi politikalar ile tezat oluşturdu.
Türkiye dışarıdan mal alıyor, mal satamıyor, Avrupa'nın mevzuatı uuygulanıyor, milli ekonomi politikaları geride kalıyor
Tarım ve sanayi ürünlerine kota konuyor, gümrük geçişine müsaade edilmiyor, başkaları üretip bize satıyor, biz üretiyor bizler satamıyoruz...
Gümrük Birliği'ne tek yanlı dahil olduğumuz süreçte hiçbir Avrupa ülkesi bu yöntemi benimsemedi.
Tam üye olmadan Gümrük Birliği'ne giren ilk ülke bizdik.
Sadece bizi mi almışlardı yoksa sadece biz mi kabul etmiştik?
Bunu dahi idrak edip, durumun ne getirip ne götürdüğünü tam olarak tartışamadık.
Bugün de durum aynı değil mi?
Biz tam üyelik için bir taraftan kulis üstüne kulis, tur üstüne tur yaparken; önümüzdeki on- onbeş yıllık süreçte neler kazanıp neler kaybedeceğimizi aklıselim şekilde tartışmaktan çok uzağız.
Siyasal kaygılar ve kavgalar ekonomik kayıplara neden oluyor.
Ekonominin kötü gidişatı siyasi uygulamaları kötüleştiriyor.
Siyasal yönden hareket edemeyen ülkeler, başka ülkelerin siyasal çıkarlarına ayak uydurarak pasif konuma geçiyorlar.
Kendi aralarında bir Yumruk Birliği var Avrupa'da. Rum taleplerine Türkiye'yi boyun eğdirmek gibi, Ermeni iddialarını resmi kılmak gibi, Türk ekonomisinin elini kolunu kırmak gibi, Türk siyasetini iş yaptıramaz duruma sokmak gibi...
1996'da Türkiye ile Gümrük Birliği'ne giden aynı Avrupa, 2005'te de Yumruk Birliğine gidiyor.
Hatta bizimle ve bize karşı...
Resmi dairelerde milli bayrammışçasına bayraklar çekerek kutladığımız Gümrük Birliği'nden Türk ekonomisi yaklaşık 100 milyar dolar zarara uğradı.
Bazıları aksini savunsa da; zamanın hükümet yetkilileri de bu zararı doğruluyor ve o zaman yaptıkları hatayı kabulleniyor.
SHP-DYP koalisyonunun temsilcilerinin bu konuda siyasi sorumluluğu var.
Koalisyonun ekonomi ve maliye bakanları yapmış oldukları açıklamalarda böylesi bir durum öngörmediklerini; asıl amaçlarının Avrupa ile daha rahat bütünleşmek olduğunu ifade ediyorlar. Çiller başkanlığındaki koalisyon, Gümrük'te birliğe gidildikten sonra birkaç yıl içerisinde de tam üyeliğin tamamlanacağını umuyordu. Ama olmadı. Avrupa'dan bu yönde ne bir irade ortaya kondu ne de bir açıklama geldi.
Takvimler sarkıtıla sarkıtıla bu günlere gelindi. Hiçbir aklı başında hükümet de "Ne oluyuruz arkadaş..!" diyemedi. Beklentilerle altına imza attığımız Gümrük Birliği tek taraflı uygulamalarla sürdü.
"Belki üye oluruz'' hayali Türk ekonomisine pahalıya patladı.
Rekabet hukuku ve sanayi sözleşmeleri gibi kısmi iyileştirmeler dışında lehimize somut adımlar atılmadı.
Türkiye'nin o zamanki 60 milyonluk pazarına Avrupa'nın bütün sanayi ve tarım ürünleri girerken Türkiye'nin malları bloke edildi. Gümrük Birliği'nde aslolan insan sirkülasyonu değil, malların sirkülasyonu idi.
Bir nevi "Mal geçer adam geçmez'' sendromu. Şimdi de aynı şeyi yapıyorlar.
Türkiye'den insan göçü olmayacak; lakin mallar rahatça pazardan pazara dolaşacak.
Gümrük Birliği bağlamında Avrupa'nın üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşmalar Türk hukukunu bağladı.
Türkiye ikili anlaşmalar yaparken Avrupa'dan onay almak durumunda bırakıldı,çoğunca da bu onay verilmedi.
Türkiye ithalatta rekorlar kırarken, ihracat durdu. Dış açıklar verildi.
Sıkı para ve sıkı maliye politikası uygulayan zamanın hükümeti, bir taraftan tarım ve sanayiye verdiği sübvansiyonları kıstı, bir taraftan da azmış olan enflasyon ile mücadeleye koyuldu.
Cari dengenin bozulması ve dış kalemlerde etkinlik gösterilemesi Türkiye'nin zemininde yeni kaymalara sebep oldu.
Özal zamanında uygulanan arz yönlü iktisadi politikaların devamı olarak takdim edilen 24 Nisan kararları 1996'dan sonra hiçbir fayda getirmedi.
İçiride yapılan ekonomik düzenlemeler dışarıya uygulanan iktisadi politikalar ile tezat oluşturdu.
Türkiye dışarıdan mal alıyor, mal satamıyor, Avrupa'nın mevzuatı uuygulanıyor, milli ekonomi politikaları geride kalıyor
Tarım ve sanayi ürünlerine kota konuyor, gümrük geçişine müsaade edilmiyor, başkaları üretip bize satıyor, biz üretiyor bizler satamıyoruz...
Gümrük Birliği'ne tek yanlı dahil olduğumuz süreçte hiçbir Avrupa ülkesi bu yöntemi benimsemedi.
Tam üye olmadan Gümrük Birliği'ne giren ilk ülke bizdik.
Sadece bizi mi almışlardı yoksa sadece biz mi kabul etmiştik?
Bunu dahi idrak edip, durumun ne getirip ne götürdüğünü tam olarak tartışamadık.
Bugün de durum aynı değil mi?
Biz tam üyelik için bir taraftan kulis üstüne kulis, tur üstüne tur yaparken; önümüzdeki on- onbeş yıllık süreçte neler kazanıp neler kaybedeceğimizi aklıselim şekilde tartışmaktan çok uzağız.
Siyasal kaygılar ve kavgalar ekonomik kayıplara neden oluyor.
Ekonominin kötü gidişatı siyasi uygulamaları kötüleştiriyor.
Siyasal yönden hareket edemeyen ülkeler, başka ülkelerin siyasal çıkarlarına ayak uydurarak pasif konuma geçiyorlar.
Kendi aralarında bir Yumruk Birliği var Avrupa'da. Rum taleplerine Türkiye'yi boyun eğdirmek gibi, Ermeni iddialarını resmi kılmak gibi, Türk ekonomisinin elini kolunu kırmak gibi, Türk siyasetini iş yaptıramaz duruma sokmak gibi...
1996'da Türkiye ile Gümrük Birliği'ne giden aynı Avrupa, 2005'te de Yumruk Birliğine gidiyor.
Hatta bizimle ve bize karşı...
Cevat Kışlalı / diğer yazıları
- Suikastın geri planı / 09.05.2006
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005
- Sessizliğin sesi / 28.03.2006
- 8 Mart Dünya Kadınlar Günü / 08.03.2006
- Hangi ittifak, hangi kadın? / 26.01.2006
- Varoluş mücadelesi / 24.01.2006
- Bu M.E.M'leket bizim / 01.12.2005
- Çözüm mü dediniz? / 27.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 04.11.2005
- Bağımsız Türkiye / 21.10.2005
- Felaket kapıda / 19.10.2005