Avrupa Birliği'nin son derece net bir şekilde ortaya koyduğu "Kıbrıs Şartı'nın" ardından gözlerin çevrildiği Kofi Anna belgesi, şimdi çok daha önemli ve kritik bir hal aldı. Çünkü gerek AB, gerekse ABD bu belge üzerinden yürüyerek Kıbrıs'ı "Rumlaştırmayı" hedefliyorlar.
Hükumet sanki bu öneriler dizisiyle "Türk tarafına adil davranılıyor, olabileceğin en iyiside verildi ama çözüm istemeyenler engel çıkarıyorlar" havasını yayıyor. Yada bu argümanı bir siyaset malzemesi olarak kullanıyor.
Tabi bir de Kıbrıs Türk halkının içinde bulunduğu en hafif ifadeyle aymazlık var.
Rum'u Türk'e, parayı her şeye değişen zihniyet malesef bu gün Kıbrıs'ta, özellikle "oluşturulmuş bir ahlak" olarak önümüze çıkmaktadır. Çan sesini ezan sesine değişecek bir toplum üretilmiştir. Milli olmayan eğitim, gayrı ahlaki politikalar ve bunu görmeyen yada görmemesi istenilen siyasetçiler söz konusu fotoğrafın sorumlularıdırlar.
Her halde bu "kimyasal zafıylık" bugünler içinde diyelim ama, bu tartışmayı bu gün yapmanın zamanı olmadığınıda ekleyelim. "AB, ABD olmadan hiç bir şey yapamayız biz kimiz ki!" hastalığı, Kıbrıs Türk halkında yerini Rum'a bırakmıştır, hepsi bu... Yani Kıbrıs'ın Türkiye'den aslında fazlaca bir farkı yok. Sadece bizden bir adım öndeler, ötesi vardır diyemeyiz.
Gün "Kıbrıs yoksa Türkiye'de olamaz" temel stratejisinin bir büyük vebal olarak önümüzde durduğu gündür.
Kofi Annan Belgesini irdelemeye bu tarihi sorumluluk içinde kaldığımız yerden devam edelim.
Garantörlük ve Ada'nın askersizleştirilmesi
Garantörlük konusunda ortaya çıkan öncelikli mesele Kurucu Anlaşmanın, uluslararası antlaşma kabul edilip edilemeyeceği ve bağlayıcı olup olamayacağıdır.
Bilindiği üzere bir anlaşmanın "uluslararası" kimliği kazanabilmesi için "bağımsız ve egemen" devletler tarafından imazalanması gerekmektedir. Fakat Kıbrıs'ta öngörülen kurucu anlaşma, iki "toplum" tarafından imzalanmaktadır. Dolayısıyla taraflardan birisi bu Anlaşmanın; uluslararası antlaşma olmadığını, Kurucu Anlaşmanın bağlayıcı olmayan bir metin olduğunu öne sürebilir. Hatta Kıbrıs Rum kesimi bu yorumu görüşlerine hukuksal dayanak gösterip, Kurucu Anlaşmanın garantörlüğe ilişkin ek protokolün geçersizliğini ve Avrupa Birliği normlarına aykırı olduğunu öne sürerek, ek protokolün iptalini isteyebilir.
İşte Kıbrıs Türk halkını, Türkiye'nin garantörlüğü konusunda bekleyen büyük tehlikelerden birisi budur.
Gelelim garantörlük meselesinin içeriğine... Belgeye göre Türkiye ve Yunanistan, hem Ortak Devletin hem de ilgili Parça Devletlerin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini garanti edeceklerdir.
Bu temel hükme olumlu bakılabilir. Ancak bu arada şu ciddi soru, askıda durmaktadır.
Acaba hangi durumlar garanti kapsamı açısından tehtid olarak algılanacak, hangi gelişmeler Türkiye'nin tek taraflı müdahale hakkını kullanmasına izin verecektir?
Örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi her hangi bir tehlike için söylüyoruz; muhtemel bir gelişmeyi tehdit olarak algılamayabilir, ama bu durumu Türkiye farklı yorumlayabilir. İşte sınırları çizilmemiş, özellikle muallakta bırakılmış, Türkiye'nin garantörlüğünü sulandıran tuzak bir kapalılık...
Görünen o ki Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin hassasiyetine özen gösteriliyor gibi yapılmış, ama bir adım sonra düzenlemenin içi boşaltılmıştır. Kofi Annan güçlü olanın lehine işleyecek düzen tesis etmiştir. Kuvvetli olanın arkasında AB ve ABD'nin olduğunu, belgenin bu nedenle Türkiye'ye dayatıldığını, Hükumetin teslim bayrağı çekmesinin gerekçesinin de aynı güçler olduğunu söylemeye her halde gerek yok.
Ticaret serbestisi
Belgenin geneline bakılınca hep iki Parça Devlet'in vatandaşları, diğer Parça Devlette iş kurma ve ziyaret etme imkanına sahip olabileceklerdir. Bu sayede Rumlar kuzeyde istedikleri ticareti, istedikleri oranda gerçekleştirebileceklerdir. Rumların bu faaliyeti çok kısa sürede Kuzey'in ekonomisini belkide yüzde yüz, Güneyin kontrolü altına sokacaktır. İşte Ada'nın kontrolünü Güney'e teslim edecek bir tehlike daha...
AİHM duvarı
Rumların 15 yıl içinde Kuzey'e %28 oranında yerleşebileciğini, bu rakamında 56.000 Rum anlamına geldiğini aktarmıştık.
Rumlar anlaşmadan sonra muhtemelen "15 yıl ve 56.000 Rum çıtasını, yerleşim haklarına getirilen bir sınırlama iddiasıyla AİHM önüne götüreceklerdir. AİHM'nin bu konuda vereceği karar şimdiden bellidir. Sözkonsu anlaşma maddesi mahkemeden Türklerin aleyhine olarak geri dönecek ve "56.000 Rum ve 15 yılda yerleşme koşulu" sınırsız bir rakama yükselecektir.
Ayrıca Güney'den Kuzey'e yerleşecek Rumlarla ilgili olarak bazı köylere sınırsız dönüş hakkı verilmektedir. Bu durumda ilgili köylerde Rum ve Azınlıkların çoğunluk yapılmasının önü açılmaktadır.
Rumlara bırakılacak bazı bölgeler ise kapladıkları alanın çok ötesinde stratejik bir öneme sahiptir. Alemdağ ve Kozanköyü gibi kıyıya yakın bölgelerin Rum Parça Devletine bırakılması, Türk Parça Devletinin savunulmasını zayıflatacaktır.
Belgenin finali
Sonuç olarak Kofi Annan Belgesinin öngördüğü düzenle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz;
1- Belge taraflar için önemli olan 4 temel konuda; güvenlik, mübadele, göçmenler ve AB meselesinde gerekli dengeyi sağlayamamaktadır.
2- Siyasi ve ekonomik alanlarda yaşanması muhtemel sıkıntılar, sosyal istikrarıda etkileyecektir.
3- Sosyal istikrarın bozulması toplumda tahammülsüzlüğün ve huzursuzluğun yaşanmasını tetikliyecek, bu da Ada'nın 74 öncesinden de kötü bir duruma sürüklenmesinin anahtarı olacaktır.
4- Unutmayalım ki Ada, 74'den bu tarafa bir tek kişinin burnu kanamadan barış içinde yaşamaktadır.
Hükumet sanki bu öneriler dizisiyle "Türk tarafına adil davranılıyor, olabileceğin en iyiside verildi ama çözüm istemeyenler engel çıkarıyorlar" havasını yayıyor. Yada bu argümanı bir siyaset malzemesi olarak kullanıyor.
Tabi bir de Kıbrıs Türk halkının içinde bulunduğu en hafif ifadeyle aymazlık var.
Rum'u Türk'e, parayı her şeye değişen zihniyet malesef bu gün Kıbrıs'ta, özellikle "oluşturulmuş bir ahlak" olarak önümüze çıkmaktadır. Çan sesini ezan sesine değişecek bir toplum üretilmiştir. Milli olmayan eğitim, gayrı ahlaki politikalar ve bunu görmeyen yada görmemesi istenilen siyasetçiler söz konusu fotoğrafın sorumlularıdırlar.
Her halde bu "kimyasal zafıylık" bugünler içinde diyelim ama, bu tartışmayı bu gün yapmanın zamanı olmadığınıda ekleyelim. "AB, ABD olmadan hiç bir şey yapamayız biz kimiz ki!" hastalığı, Kıbrıs Türk halkında yerini Rum'a bırakmıştır, hepsi bu... Yani Kıbrıs'ın Türkiye'den aslında fazlaca bir farkı yok. Sadece bizden bir adım öndeler, ötesi vardır diyemeyiz.
Gün "Kıbrıs yoksa Türkiye'de olamaz" temel stratejisinin bir büyük vebal olarak önümüzde durduğu gündür.
Kofi Annan Belgesini irdelemeye bu tarihi sorumluluk içinde kaldığımız yerden devam edelim.
Garantörlük ve Ada'nın askersizleştirilmesi
Garantörlük konusunda ortaya çıkan öncelikli mesele Kurucu Anlaşmanın, uluslararası antlaşma kabul edilip edilemeyeceği ve bağlayıcı olup olamayacağıdır.
Bilindiği üzere bir anlaşmanın "uluslararası" kimliği kazanabilmesi için "bağımsız ve egemen" devletler tarafından imazalanması gerekmektedir. Fakat Kıbrıs'ta öngörülen kurucu anlaşma, iki "toplum" tarafından imzalanmaktadır. Dolayısıyla taraflardan birisi bu Anlaşmanın; uluslararası antlaşma olmadığını, Kurucu Anlaşmanın bağlayıcı olmayan bir metin olduğunu öne sürebilir. Hatta Kıbrıs Rum kesimi bu yorumu görüşlerine hukuksal dayanak gösterip, Kurucu Anlaşmanın garantörlüğe ilişkin ek protokolün geçersizliğini ve Avrupa Birliği normlarına aykırı olduğunu öne sürerek, ek protokolün iptalini isteyebilir.
İşte Kıbrıs Türk halkını, Türkiye'nin garantörlüğü konusunda bekleyen büyük tehlikelerden birisi budur.
Gelelim garantörlük meselesinin içeriğine... Belgeye göre Türkiye ve Yunanistan, hem Ortak Devletin hem de ilgili Parça Devletlerin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal düzenini garanti edeceklerdir.
Bu temel hükme olumlu bakılabilir. Ancak bu arada şu ciddi soru, askıda durmaktadır.
Acaba hangi durumlar garanti kapsamı açısından tehtid olarak algılanacak, hangi gelişmeler Türkiye'nin tek taraflı müdahale hakkını kullanmasına izin verecektir?
Örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi her hangi bir tehlike için söylüyoruz; muhtemel bir gelişmeyi tehdit olarak algılamayabilir, ama bu durumu Türkiye farklı yorumlayabilir. İşte sınırları çizilmemiş, özellikle muallakta bırakılmış, Türkiye'nin garantörlüğünü sulandıran tuzak bir kapalılık...
Görünen o ki Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin hassasiyetine özen gösteriliyor gibi yapılmış, ama bir adım sonra düzenlemenin içi boşaltılmıştır. Kofi Annan güçlü olanın lehine işleyecek düzen tesis etmiştir. Kuvvetli olanın arkasında AB ve ABD'nin olduğunu, belgenin bu nedenle Türkiye'ye dayatıldığını, Hükumetin teslim bayrağı çekmesinin gerekçesinin de aynı güçler olduğunu söylemeye her halde gerek yok.
Ticaret serbestisi
Belgenin geneline bakılınca hep iki Parça Devlet'in vatandaşları, diğer Parça Devlette iş kurma ve ziyaret etme imkanına sahip olabileceklerdir. Bu sayede Rumlar kuzeyde istedikleri ticareti, istedikleri oranda gerçekleştirebileceklerdir. Rumların bu faaliyeti çok kısa sürede Kuzey'in ekonomisini belkide yüzde yüz, Güneyin kontrolü altına sokacaktır. İşte Ada'nın kontrolünü Güney'e teslim edecek bir tehlike daha...
AİHM duvarı
Rumların 15 yıl içinde Kuzey'e %28 oranında yerleşebileciğini, bu rakamında 56.000 Rum anlamına geldiğini aktarmıştık.
Rumlar anlaşmadan sonra muhtemelen "15 yıl ve 56.000 Rum çıtasını, yerleşim haklarına getirilen bir sınırlama iddiasıyla AİHM önüne götüreceklerdir. AİHM'nin bu konuda vereceği karar şimdiden bellidir. Sözkonsu anlaşma maddesi mahkemeden Türklerin aleyhine olarak geri dönecek ve "56.000 Rum ve 15 yılda yerleşme koşulu" sınırsız bir rakama yükselecektir.
Ayrıca Güney'den Kuzey'e yerleşecek Rumlarla ilgili olarak bazı köylere sınırsız dönüş hakkı verilmektedir. Bu durumda ilgili köylerde Rum ve Azınlıkların çoğunluk yapılmasının önü açılmaktadır.
Rumlara bırakılacak bazı bölgeler ise kapladıkları alanın çok ötesinde stratejik bir öneme sahiptir. Alemdağ ve Kozanköyü gibi kıyıya yakın bölgelerin Rum Parça Devletine bırakılması, Türk Parça Devletinin savunulmasını zayıflatacaktır.
Belgenin finali
Sonuç olarak Kofi Annan Belgesinin öngördüğü düzenle ilgili olarak şunları söyleyebiliriz;
1- Belge taraflar için önemli olan 4 temel konuda; güvenlik, mübadele, göçmenler ve AB meselesinde gerekli dengeyi sağlayamamaktadır.
2- Siyasi ve ekonomik alanlarda yaşanması muhtemel sıkıntılar, sosyal istikrarıda etkileyecektir.
3- Sosyal istikrarın bozulması toplumda tahammülsüzlüğün ve huzursuzluğun yaşanmasını tetikliyecek, bu da Ada'nın 74 öncesinden de kötü bir duruma sürüklenmesinin anahtarı olacaktır.
4- Unutmayalım ki Ada, 74'den bu tarafa bir tek kişinin burnu kanamadan barış içinde yaşamaktadır.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021