Türkiye'de siyaset, yargı ve bürokrasi tartışmaları gündemin büyük bölümünü kaplarken, çok daha sessiz ama etkili bir dönüşüm ekonominin derin katmanlarında yaşanıyor. Bu dönüşüm göz ardı edildiğinde, bugünkü tartışmaların tamamı eksik okunmuş olur. Çünkü Türkiye'de son yıllarda yalnızca "gelir adaletsizliği" değil; "sermaye sahipliği adaletsizliği" olarak tanımlanabilecek çok daha kapsamlı bir süreç dikkat çekiyor.
Bu durum sadece ekonomik bir mesele değil; iktidar ilişkilerinin, toplumsal yapının ve güven duygusunun şekillenmesiyle doğrudan ilgili bir dönüşümden söz ediyoruz.
ZENGİN DAHA ZENGİN, YOKSUL DAHA YOKSUL: VERİLER NE DİYOR?
Uluslararası veri tabanları ve bağımsız araştırmalar Türkiye'nin son yıllarda dünyadaki en sert gelir–servet eşitsizliği yaşayan ülkeler arasına girdiğini gösteriyor:
Sermaye yukarıya doğru akıyor. Toplumsal taban daralıyor. Ekonomik güç belirli çevrelerde yoğunlaşıyor.
Bu durum rekabet veya piyasa başarısından ziyade eşitsiz sermaye birikimi olarak değerlendiriliyor.
PEKİ, SERMAYE NASIL EL DEĞİŞTİRİYOR?
Son dönemde Türkiye'de KOBİ'ler, üreticiler, çiftçiler ve esnaf ciddi bir mali baskı altında. Finansmana erişim zorlaştı; maliyetler arttı; vergiler genişledi.
Buna karşılık:
NORDİC MONİTOR'ÜN DEĞERLENDİRMELERİ: ŞEFFAFLIK SORUNU ARTIYOR MU?
İsveç merkezli araştırmacı gazetecilik platformu Nordic Monitor'de 2025 yılında yayımlanan bir analiz, önemli bir veri ortaya koyuyor:
Son yıllarda Türkiye'de en yüksek vergi mükellefleri arasında ismini gizleyenlerin oranı belirgin biçimde arttı.
2013'te 35 olan anonim vergi rekortmeni sayısının 2024'te 79'a yükseldiği belirtiliyor.
Bu, tek başına suçlama anlamına gelmez; ancak şeffaflık konusunda artan bir çekince olduğunu gösteren önemli bir göstergedir.
Analizde ayrıca, politik veya ekonomik olarak öne çıkmak istemeyen bazı şirketlerin kamu projeleri, enerji yatırımları veya yüksek hacimli işlemlerde daha görünmez kalmayı tercih ettiği ifade ediliyor.
Bu tür bulgular, servet yoğunlaşmasının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ilişkilerle de şekillendiğine dair akademik tartışmaları destekliyor.
TOPLUMSAL YANSIMA: GÜVENSİZLİK DERİNLEŞİYOR
Ekonomide adaletsizlik arttığında siyasal ve toplumsal etkiler kaçınılmazdır.
ASAL Araştırma (2025) verileri Türkiye'deki geniş çaplı güven krizini ortaya koyuyor:
Ekonomik eşitsizlik şunları doğurur:
MEM BAĞLANTISI: ÇIKIŞ YOLU BİR PARADİGMA DEĞİŞİMİ Mİ?
Bugün Türkiye'nin ihtiyacı sadece "ekonomi yönetimi değişikliği" değil; ekonomik paradigma değişimidir.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın geliştirdiği Milli Ekonomi Modeli (MEM) bu noktada yeniden tartışılır hâle geliyor:
MEM servetin tabana geri dönmesini öneriyor.
Bugün ekonomik düzen dar bir çevrede yoğunlaşıyorsa,
MEM ekonomiyi millete yaymayı hedefliyor.
Bu nedenle MEM, hem ekonomik hem toplumsal hem de siyasal istikrar açısından alternatif bir çerçeve sunuyor.
BU NOKTAYA BİR ANDA GELMEDİK
Bu tabloyu daha fazla veriyle genişletmek mümkün; ancak asıl mesele şu:
Bugünkü ekonomik yapı bir günde oluşmadı.
Türkiye toplumu uzun yıllardır ekonomik, sosyal ve siyasal olarak farklı bir yöne evriliyor.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın 1990'lı yıllardan beri yaptığı konuşmalarda, bugün yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmelere dair önemli öngörülerde bulunduğunu hatırlıyoruz. Toplumdaki ayrışmanın, siyasi ittifakların ve ekonomik yapının nereye doğru evrileceğine ilişkin işaretler bugün daha belirgin bir şekilde görülüyor.
Bugün yaşanan tartışmaları doğru anlamak için olaylara parça parça değil, bütüncül bir bakışla yaklaşmak gerekiyor.
Çünkü Türkiye'nin ekonomik yapısı, siyasal dengeleri ve toplumsal psikolojisi birbirinden bağımsız değil; aynı bütünün parçalarıdır.
Türkiye'nin önündeki dönemi doğru okumak için şuna ihtiyaç var:
Adalet merkezli bir ekonomi, şeffaf bir sermaye yapısı ve milleti önceleyen bir siyasal zemin.
Gerçek dönüşüm, işte bu üç ayak üzerinde yükselecektir.
Bu durum sadece ekonomik bir mesele değil; iktidar ilişkilerinin, toplumsal yapının ve güven duygusunun şekillenmesiyle doğrudan ilgili bir dönüşümden söz ediyoruz.
ZENGİN DAHA ZENGİN, YOKSUL DAHA YOKSUL: VERİLER NE DİYOR?
Uluslararası veri tabanları ve bağımsız araştırmalar Türkiye'nin son yıllarda dünyadaki en sert gelir–servet eşitsizliği yaşayan ülkeler arasına girdiğini gösteriyor:
-
World Inequality Database (2023):
Türkiye'de en zengin %10, toplam servetin %68,4'ünü kontrol ediyor.
Alt %50'nin payı ise sadece %2,6. -
Oxfam International (2024 Servet Eşitsizliği Raporu):
Türkiye, 161 ülke arasında en eşitsiz 3. ülke olarak listeleniyor.
En zengin %1'in payı tarihsel olarak en yüksek seviyesinde. -
Credit Suisse Global Wealth Report (2022):
Ekonomik kriz yıllarında bile Türkiye'de dolar milyarderlerinin sayısı artarken, orta sınıfın serveti %30'un üzerinde eridi. -
TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması:
Orta gelir grubunun toplam payı ilk kez %30'un altına düştü.
Sermaye yukarıya doğru akıyor. Toplumsal taban daralıyor. Ekonomik güç belirli çevrelerde yoğunlaşıyor.
Bu durum rekabet veya piyasa başarısından ziyade eşitsiz sermaye birikimi olarak değerlendiriliyor.
PEKİ, SERMAYE NASIL EL DEĞİŞTİRİYOR?
Son dönemde Türkiye'de KOBİ'ler, üreticiler, çiftçiler ve esnaf ciddi bir mali baskı altında. Finansmana erişim zorlaştı; maliyetler arttı; vergiler genişledi.
Buna karşılık:
- Kamu ihaleleri sınırlı sayıdaki şirketlerde yoğunlaşıyor,
- Teşvikler belirli alanlarda kümeleniyor,
- Kamu–özel iş birliği projeleri belirli firmaları büyütüyor,
- Finansman kaynakları rekabetten çok bağlılık üzerinden işliyor.
NORDİC MONİTOR'ÜN DEĞERLENDİRMELERİ: ŞEFFAFLIK SORUNU ARTIYOR MU?
İsveç merkezli araştırmacı gazetecilik platformu Nordic Monitor'de 2025 yılında yayımlanan bir analiz, önemli bir veri ortaya koyuyor:
Son yıllarda Türkiye'de en yüksek vergi mükellefleri arasında ismini gizleyenlerin oranı belirgin biçimde arttı.
2013'te 35 olan anonim vergi rekortmeni sayısının 2024'te 79'a yükseldiği belirtiliyor.
Bu, tek başına suçlama anlamına gelmez; ancak şeffaflık konusunda artan bir çekince olduğunu gösteren önemli bir göstergedir.
Analizde ayrıca, politik veya ekonomik olarak öne çıkmak istemeyen bazı şirketlerin kamu projeleri, enerji yatırımları veya yüksek hacimli işlemlerde daha görünmez kalmayı tercih ettiği ifade ediliyor.
Bu tür bulgular, servet yoğunlaşmasının yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasal ilişkilerle de şekillendiğine dair akademik tartışmaları destekliyor.
TOPLUMSAL YANSIMA: GÜVENSİZLİK DERİNLEŞİYOR
Ekonomide adaletsizlik arttığında siyasal ve toplumsal etkiler kaçınılmazdır.
ASAL Araştırma (2025) verileri Türkiye'deki geniş çaplı güven krizini ortaya koyuyor:
- Halkın %24,9'u "hiçbir kuruma güvenmiyorum" diyor.
- TBMM'ye güven %8,1
- Belediyelere güven %1,6
Ekonomik eşitsizlik şunları doğurur:
- Toplumsal gerilim,
- Siyasal kutuplaşma,
- Devlete güven kaybı,
- Demokratik zeminlerde zayıflama.
MEM BAĞLANTISI: ÇIKIŞ YOLU BİR PARADİGMA DEĞİŞİMİ Mİ?
Bugün Türkiye'nin ihtiyacı sadece "ekonomi yönetimi değişikliği" değil; ekonomik paradigma değişimidir.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın geliştirdiği Milli Ekonomi Modeli (MEM) bu noktada yeniden tartışılır hâle geliyor:
- Sermayenin tabana yayılması,
- KOBİ ve üreticinin güçlendirilmesi,
- Ailelerin doğrudan gelir destekleriyle korunması,
- Devletin gelir adaletini sağlamada aktif rol üstlenmesi,
- Tüketim gücü ile üretimin eş zamanlı desteklenmesi.
MEM servetin tabana geri dönmesini öneriyor.
Bugün ekonomik düzen dar bir çevrede yoğunlaşıyorsa,
MEM ekonomiyi millete yaymayı hedefliyor.
Bu nedenle MEM, hem ekonomik hem toplumsal hem de siyasal istikrar açısından alternatif bir çerçeve sunuyor.
BU NOKTAYA BİR ANDA GELMEDİK
Bu tabloyu daha fazla veriyle genişletmek mümkün; ancak asıl mesele şu:
Bugünkü ekonomik yapı bir günde oluşmadı.
Türkiye toplumu uzun yıllardır ekonomik, sosyal ve siyasal olarak farklı bir yöne evriliyor.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın 1990'lı yıllardan beri yaptığı konuşmalarda, bugün yaşanan ekonomik ve siyasal gelişmelere dair önemli öngörülerde bulunduğunu hatırlıyoruz. Toplumdaki ayrışmanın, siyasi ittifakların ve ekonomik yapının nereye doğru evrileceğine ilişkin işaretler bugün daha belirgin bir şekilde görülüyor.
Bugün yaşanan tartışmaları doğru anlamak için olaylara parça parça değil, bütüncül bir bakışla yaklaşmak gerekiyor.
Çünkü Türkiye'nin ekonomik yapısı, siyasal dengeleri ve toplumsal psikolojisi birbirinden bağımsız değil; aynı bütünün parçalarıdır.
Türkiye'nin önündeki dönemi doğru okumak için şuna ihtiyaç var:
Adalet merkezli bir ekonomi, şeffaf bir sermaye yapısı ve milleti önceleyen bir siyasal zemin.
Gerçek dönüşüm, işte bu üç ayak üzerinde yükselecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Sermayenin yeni haritası / 17.11.2025
- Türkiye siyasetinde yeni dönem / 16.11.2025
- Türkiye tek adam rejiminden, çok adam dönemine mi geçti? / 15.11.2025
- Tuz koktu: Türkiye’de güven krizi derinleşiyor / 12.11.2025
- Yönünü kaybeden siyaset / 11.11.2025
- Yerelde sarsılan dengeler / 10.11.2025
- EastMed: Bir enerji hattından fazlası / 09.11.2025
- Kıbrıs: Hazar-Akdeniz hattının güney ucu / 08.11.2025
- Tom Barrack’ın Hazar-Akdeniz çizgisi: Türkiye haritasını kim çiziyor? / 07.11.2025
- Cumhuriyet, yalnız bir yönetim değil, bir bilinçtir / 06.11.2025
- Türkiye siyasetinde yeni dönem / 16.11.2025
- Türkiye tek adam rejiminden, çok adam dönemine mi geçti? / 15.11.2025
- Tuz koktu: Türkiye’de güven krizi derinleşiyor / 12.11.2025
- Yönünü kaybeden siyaset / 11.11.2025
- Yerelde sarsılan dengeler / 10.11.2025
- EastMed: Bir enerji hattından fazlası / 09.11.2025
- Kıbrıs: Hazar-Akdeniz hattının güney ucu / 08.11.2025
- Tom Barrack’ın Hazar-Akdeniz çizgisi: Türkiye haritasını kim çiziyor? / 07.11.2025
- Cumhuriyet, yalnız bir yönetim değil, bir bilinçtir / 06.11.2025
















































































