Yıllardan beri iki alanda toplumumuzun büyük kesimine yönelik psikolojik ve sosyokültürel engeller konuldu. Bu iki alandan biri ticaret, diğeri ise siyaset... Hinliklerden uzak Anadolu'nun dürüst ve dindar insanları, basit kahve köşelerinden kelli-felli toplantılara kadar pekçok mecliste bu iki alandaki perdelemelerle karşı karşıya kaldı.
Hafızalarını yoklayın... Daha düne kadar piyasada, hacca giden terazi tutamaz, sakal bırakınca işi de bırakacaksın... gibi söylemler dolanmıyor muydu? Maalesef hacca giden insanlarımızın çoğunluğunun haccını ertelemesinin yani altmışını geçtikten sonra Hicaz'a gitmesinin arka planında önemli ölçüde bu inanış bulunmaktaydı. Etrafımızdaki pekçok insanın, bir yerlerden pompalanan bu anlayış sebebiyle 'işi ile ibadeti arasında tercih çıkmazı' yaşadığına hepimiz şahidiz.
Böylece toplumun dürüst büyük bir kesimi, üretimden, imalattan ve ticaretten uzaklaşmıştı. İlginçtir ülkede istihdam zorluğunun yaşandığı aynı dönemlerde yurtdışında işçi olarak çalışmanın getirisi, nimetleri ve gelecek garantisi kulaktan kulağa yayılıyordu. Son rakamlara göre bugün 3 milyonu aşkın insanımız, maharetini ve tükenmez enerjisini gurbet ellerde harcamakta, Avrupa dehlizlerinde yanmakta, yabancı devletleri kalkındırmaktadır. Yani kimi yurt içinde üretimden el etek çekti, kimi de gurbet ellere düştü. Şimdi ise 'libor artı bilmem kaç faizli dış borç' karşılığında, tarım ve sanayi sahalarındaki üretimimize kendi ellerimizle kota getiriyor; boğazımıza geçirilen ilmiğin hukuki prosedürünü tamamlayıp çekmeye hazırlanıyoruz.
Aynı dönemlere rastlayan benzer bir dezenformasyon ise siyaset alanında uygulamaya konuldu. Asırlardan beri yetmiş iki buçuk milleti idare etmiş, imparatorluklar kurmuş, yüzlerce devlet kurmuş devlet yıkmış bir idare mirasının sahibi olan bu aziz millete "Şeytandan Allah'a sığınırcasına siyasetten de Allah'a sığın" öğretisi talim ettirildi. Son demlerine kadar bu öğretiyi baston edinen biri ise, politik arenada her renkten, her numaradan ve her markadan fötrü ve fesi kafasına geçirerek kendi edasıyla 'benim vatandaşım, benim milletim' deyip durdu. Yıllarca bu milleti oyaladı durdu. Gelinen noktada devletin Hazinesi, 200 milyar dolarlık dış borç ve 55-60 milyar dolarlık iç borç batağında debelenirken kendi aile fotoğrafında hakkında yolsuzluk davası açılmayan adam neredeyse kalmadı. Siyasetten Allah'a sığınma öğretileriyle dün toplumu bu 'bir bilen'in kucağına manipüle edenler, konjonktüre göre vaziyet alarak maalesef bugün misyonerliğin çağdaş yöntemi olan dinlerarası diyalog gayretleriyle Türk gençliğini papazların kucağına itmekte ısrarcıdırlar.
Çok partili dönemin ilk zamanlarında bu ağa düşmeyen bir kesim de, politikayı demokratik zeminden kaydırıp daha rahat oy avlayabilmek için partiyi adeta dinin kurumlarından biri haline getirmekle kalmayıp işi kendi tekellerinde tutmak için her türlü ölçüsüzlüğü reva görenlerin eteğine düştü. Başta gurbetteki vatandaşlarımız olmak üzere milletimizin sadece emekleri meydanlardaki balonlarla havaya uçurmadı; bu dostlarımız, toplumumuzun 40-50 yıllık demokratik kazanımlarını ve temel haklardaki açılımları üç-beş lakırdıyla işbaşında iken bitiriverdiler. Öyle ki millet, bölünmeye yüz tuttu; toplumun da, siyasetin de, kültürün de, dinin de şirazesi yok oluverdi. Ölçüler, gelenekler, âdap altüst oldu.
Ne hazindir ki bu anlayışın fırsattan istifade ile siyasete soyunan yeni yetmeleri, şimdi ne büyük tanıyor, ne küçük. Daha vahim olanı, bu yeni yetmeler, politikaya atılmak için ABD başkentlerinden icazet alarak ve bunu da bir iftihar vesilesi olarak millete ekranlardan aktararak işe başlamayı maharet sayıyorlar.
İşte bu süreçte her bakımdan dertler katlanmış, açıklar büyümüş, iç-dış borç almış başını gitmiş, üretim durmuş, millet bitap düşmüştür. Toplumun değerlerini istismar, hortumlama, yolsuzluk ve rantlarla siyasetin kredisinin tamamen yok edildiği, gönüllerden bağımsızlık ruhunun çekildiği, zihinlerde ve ruh dünyalarında 'mandacı çaresizliği'nin kasvet bağladığı, bütün bunların ötesinde dahili ve harici bedhahların vatanınımızı tam bir cendereye aldıkları böyle bir süreçte vatana, millete, dine, devlete, bayrağa, sancağa samimiyetle ve hesapsız sahip çıkmak, bu uğurda projeler üretmek zor olduğu kadar şarttır ve zaruridir. Bu tarihi bir vazifedir.
Belki yıllarca ticaret ve siyaset alanında toplumun tabi tutulduğu dezenformasyon, pekçok hassasiyeti alıp gitti. Doğru; ama hala Kuvayı Milliye ruhuyla dipdiri kalan kudret vardır, sapasağlamdır. Bu ruhla ayağa kalkanlar, doğudan batıdan, kuzeyden güneyden, Trakya'dan Anadolu'dan yollara düşmüş, toplumu kuşatmıştır. Toplum bu ruhu kuşanmıştır. Bu ruhun kaynağı, bu milletin değerleridir, bu topraklardır. Tek umut da budur. Dün olduğu gibi bugün de umudu, icazeti, adresi dışarıdan alanlar ve arayanlar aldanmıştır, aldatacaktır.
Ne güzel demiş değil mi, bir güzel dost; "Eşrefoğlu al haberi; bahçe biziz, bağ bizdedir"
Hafızalarını yoklayın... Daha düne kadar piyasada, hacca giden terazi tutamaz, sakal bırakınca işi de bırakacaksın... gibi söylemler dolanmıyor muydu? Maalesef hacca giden insanlarımızın çoğunluğunun haccını ertelemesinin yani altmışını geçtikten sonra Hicaz'a gitmesinin arka planında önemli ölçüde bu inanış bulunmaktaydı. Etrafımızdaki pekçok insanın, bir yerlerden pompalanan bu anlayış sebebiyle 'işi ile ibadeti arasında tercih çıkmazı' yaşadığına hepimiz şahidiz.
Böylece toplumun dürüst büyük bir kesimi, üretimden, imalattan ve ticaretten uzaklaşmıştı. İlginçtir ülkede istihdam zorluğunun yaşandığı aynı dönemlerde yurtdışında işçi olarak çalışmanın getirisi, nimetleri ve gelecek garantisi kulaktan kulağa yayılıyordu. Son rakamlara göre bugün 3 milyonu aşkın insanımız, maharetini ve tükenmez enerjisini gurbet ellerde harcamakta, Avrupa dehlizlerinde yanmakta, yabancı devletleri kalkındırmaktadır. Yani kimi yurt içinde üretimden el etek çekti, kimi de gurbet ellere düştü. Şimdi ise 'libor artı bilmem kaç faizli dış borç' karşılığında, tarım ve sanayi sahalarındaki üretimimize kendi ellerimizle kota getiriyor; boğazımıza geçirilen ilmiğin hukuki prosedürünü tamamlayıp çekmeye hazırlanıyoruz.
Aynı dönemlere rastlayan benzer bir dezenformasyon ise siyaset alanında uygulamaya konuldu. Asırlardan beri yetmiş iki buçuk milleti idare etmiş, imparatorluklar kurmuş, yüzlerce devlet kurmuş devlet yıkmış bir idare mirasının sahibi olan bu aziz millete "Şeytandan Allah'a sığınırcasına siyasetten de Allah'a sığın" öğretisi talim ettirildi. Son demlerine kadar bu öğretiyi baston edinen biri ise, politik arenada her renkten, her numaradan ve her markadan fötrü ve fesi kafasına geçirerek kendi edasıyla 'benim vatandaşım, benim milletim' deyip durdu. Yıllarca bu milleti oyaladı durdu. Gelinen noktada devletin Hazinesi, 200 milyar dolarlık dış borç ve 55-60 milyar dolarlık iç borç batağında debelenirken kendi aile fotoğrafında hakkında yolsuzluk davası açılmayan adam neredeyse kalmadı. Siyasetten Allah'a sığınma öğretileriyle dün toplumu bu 'bir bilen'in kucağına manipüle edenler, konjonktüre göre vaziyet alarak maalesef bugün misyonerliğin çağdaş yöntemi olan dinlerarası diyalog gayretleriyle Türk gençliğini papazların kucağına itmekte ısrarcıdırlar.
Çok partili dönemin ilk zamanlarında bu ağa düşmeyen bir kesim de, politikayı demokratik zeminden kaydırıp daha rahat oy avlayabilmek için partiyi adeta dinin kurumlarından biri haline getirmekle kalmayıp işi kendi tekellerinde tutmak için her türlü ölçüsüzlüğü reva görenlerin eteğine düştü. Başta gurbetteki vatandaşlarımız olmak üzere milletimizin sadece emekleri meydanlardaki balonlarla havaya uçurmadı; bu dostlarımız, toplumumuzun 40-50 yıllık demokratik kazanımlarını ve temel haklardaki açılımları üç-beş lakırdıyla işbaşında iken bitiriverdiler. Öyle ki millet, bölünmeye yüz tuttu; toplumun da, siyasetin de, kültürün de, dinin de şirazesi yok oluverdi. Ölçüler, gelenekler, âdap altüst oldu.
Ne hazindir ki bu anlayışın fırsattan istifade ile siyasete soyunan yeni yetmeleri, şimdi ne büyük tanıyor, ne küçük. Daha vahim olanı, bu yeni yetmeler, politikaya atılmak için ABD başkentlerinden icazet alarak ve bunu da bir iftihar vesilesi olarak millete ekranlardan aktararak işe başlamayı maharet sayıyorlar.
İşte bu süreçte her bakımdan dertler katlanmış, açıklar büyümüş, iç-dış borç almış başını gitmiş, üretim durmuş, millet bitap düşmüştür. Toplumun değerlerini istismar, hortumlama, yolsuzluk ve rantlarla siyasetin kredisinin tamamen yok edildiği, gönüllerden bağımsızlık ruhunun çekildiği, zihinlerde ve ruh dünyalarında 'mandacı çaresizliği'nin kasvet bağladığı, bütün bunların ötesinde dahili ve harici bedhahların vatanınımızı tam bir cendereye aldıkları böyle bir süreçte vatana, millete, dine, devlete, bayrağa, sancağa samimiyetle ve hesapsız sahip çıkmak, bu uğurda projeler üretmek zor olduğu kadar şarttır ve zaruridir. Bu tarihi bir vazifedir.
Belki yıllarca ticaret ve siyaset alanında toplumun tabi tutulduğu dezenformasyon, pekçok hassasiyeti alıp gitti. Doğru; ama hala Kuvayı Milliye ruhuyla dipdiri kalan kudret vardır, sapasağlamdır. Bu ruhla ayağa kalkanlar, doğudan batıdan, kuzeyden güneyden, Trakya'dan Anadolu'dan yollara düşmüş, toplumu kuşatmıştır. Toplum bu ruhu kuşanmıştır. Bu ruhun kaynağı, bu milletin değerleridir, bu topraklardır. Tek umut da budur. Dün olduğu gibi bugün de umudu, icazeti, adresi dışarıdan alanlar ve arayanlar aldanmıştır, aldatacaktır.
Ne güzel demiş değil mi, bir güzel dost; "Eşrefoğlu al haberi; bahçe biziz, bağ bizdedir"
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019