Son yıllarda her yağıştan sonra bir ilimiz sele kurban gider, hep göz yaşı, hep perişan aileler ve bildik sözler. Çoğumuz sormayız ne oluyor da bugüne kadar sele yenik düşmeyen alanlar şimdilerde sel baskınına uğruyor. Hızla gelişen tarım dışı arazi kullanımı ve kentleşme ile artan sel baskınları arasında yüksek düzeyde ilişki bulunmaktadır. Artan yoksulluk, göç, çarpık kentleşme ve sanayileşme kırsal kesimden kentlere yüksek bir göç dalgası yaratmıştır. Uzak görüşlü ve sistematik düşünme alışkanlığı ve yeteneği olmayan toplumumuzda önce sonuç oluşur, yani kaza ya da sel oluşur, sonra onun gereği düşünülür.
Tabii bir tek yanlış yapan biz değiliz. Eski Sovyetler Birliği'nde tarım bilimcileri iyi niyetle Aral gölünü besleyen tatlı su kaynaklarının tarım alanlarına yönlendirerek birim alandan daha fazla ürün almayı hedefliyorlardı. Nihayet kanallar açıldı, ilk yıllarda verim artışı sağlandı fakat kısa süre sonra Aral gölü kurumaya başladı, tarım toprakları tuzlulaşarak verimsizleşti. Sonuç ekolojik felaket, bölgeye özgü binlerce bitki ve su canlıları yok oldu. Sonunda Aral'a yakın kentler kuruyan gölden esen kum fırtınalarının etkisinde kaldı. İşte tek yönlü fakat iyi niyetli düşünmenin sonucu.
Goethe diyor ki: 'Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır' diyor. Son derece öğretici ve ders almamız gereken ve yaşamımız boyunca her olaya böyle bakmamız gerektiğinin en güzel örneği. Her olay aslında bir sebep-sonuç ilişkisi olup bu ilişki her zaman doğrusal değildir. Karşılaştığımız her olay bir sonuç olup bunun bir de nedeni vardır. Bir başka deyişle karşılaştığımız sonucun bir de perde arkası bulunmaktadır. Olayın perde arkası genelde anlaşılmayan olay hakkında doğru tahlil yapmak mümkün değildir. Özellikle sosyal bilimlerde her zaman olayın perde arkası dikkate alınarak analiz yapmak gerekir. Yoksa yumurta-tavuk hikayesinden öteye geçilmez.
Doğru'yu ve iyi'yi bulmak kolay değildir. Ama bize göre her yeni koşulda doğru nedir, iyi nedir diye sormasak herkes kendi yaptığını doğru ve iyi sayabilir. Bu ise mutluluk özlemimizi karanlığa gömer. Olayları değerlendirirken göreceli doğruya ulaşmak için, önümüze konulan bilgi ile yetinmeyip daha ciddi olarak düşünmek ve araştırmak gerekmektedir. Acaba ben de yanlış yapabiliyor muyum? Ben ne kadar sağlıklı düşünüyorum deyip olayın karşıt boyutunu düşünerek, yetişkin bir birey bakış açısı ile olayların irdelenmesi gerekir. Bu bağlamda felsefe ve tarih öğrenimi yaşamsal bir öğretidir. Neyin yaşandığını, nasıl yaşandığını, neden yaşandığını öğrenmek çok önemli bir işlevdir. Aynı zamanda bir beceridir. Bu beceri tabii sistematik bilgi toplama, yöntem bilimine sahip aydınlık ve önünü görebilen insanların yapabildiği bir işlevdir.
Üniversiteler de maalesef bütünsel bir bakış açısına sahip olmadıkları bugün içinde bulundukları durum net olarak ortaya koymaktadır. Bugün üniversitelerin bilim politikalarının, stratejilerinin ve çizilmiş hedeflerinin olmadığı görülmektedir. Bilim, felsefe yapma yanında bilgiyi teknolojiye dönüştürme, adam yetiştirmeyi bir bütün olarak algılamak için gerekli düşünsel donanıma sahip olması gerekir. Olaylara bütünsel sezgi içerisinde bakılmadığı için çevrede olup bitenler anlaşılamıyor tahlil edilemiyor ve sonuçta bulunan da ne anlama geldiği anlaşılmıyor. Çoğu zaman sadece ders vermek, bir iki yayın yapılarak bilim yapıldığı sanılmaktadır. En azından üniversitelerin olaylara bütünsel bakış açısı ile yaklaşması, ülkenin aydınlık geleceği için önemli olacaktır.
Bilinçli olarak kendisini tanımak, sorununun ne olduğunu bilmek, bilinmeyenin nedenini sormak ve yanıtını aramak kişinin geleceğini daha iyi planlamasına yardımcı olabilir. Bütün bu olgular, olaylara bütünsel bakmamızı, her olayı önemseyip işimizi ciddi yapıp şansa yer vermeden gerçekleştirmemiz gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. Olaylara bütünsel bakabilenler daha ilkeli ve sistemli yaşadıkları için daha az sorunla karşılaşmakta ve daha mutlu bir yaşam şansına sahip olmaktadırlar.
Tabii bir tek yanlış yapan biz değiliz. Eski Sovyetler Birliği'nde tarım bilimcileri iyi niyetle Aral gölünü besleyen tatlı su kaynaklarının tarım alanlarına yönlendirerek birim alandan daha fazla ürün almayı hedefliyorlardı. Nihayet kanallar açıldı, ilk yıllarda verim artışı sağlandı fakat kısa süre sonra Aral gölü kurumaya başladı, tarım toprakları tuzlulaşarak verimsizleşti. Sonuç ekolojik felaket, bölgeye özgü binlerce bitki ve su canlıları yok oldu. Sonunda Aral'a yakın kentler kuruyan gölden esen kum fırtınalarının etkisinde kaldı. İşte tek yönlü fakat iyi niyetli düşünmenin sonucu.
Goethe diyor ki: 'Doğada hiçbir şey tek başına ve yalnız değildir. Doğada her şey; önündeki, ardındaki, üstündeki, altındaki, sağındaki, solundaki şeylerle bağlantılıdır' diyor. Son derece öğretici ve ders almamız gereken ve yaşamımız boyunca her olaya böyle bakmamız gerektiğinin en güzel örneği. Her olay aslında bir sebep-sonuç ilişkisi olup bu ilişki her zaman doğrusal değildir. Karşılaştığımız her olay bir sonuç olup bunun bir de nedeni vardır. Bir başka deyişle karşılaştığımız sonucun bir de perde arkası bulunmaktadır. Olayın perde arkası genelde anlaşılmayan olay hakkında doğru tahlil yapmak mümkün değildir. Özellikle sosyal bilimlerde her zaman olayın perde arkası dikkate alınarak analiz yapmak gerekir. Yoksa yumurta-tavuk hikayesinden öteye geçilmez.
Doğru'yu ve iyi'yi bulmak kolay değildir. Ama bize göre her yeni koşulda doğru nedir, iyi nedir diye sormasak herkes kendi yaptığını doğru ve iyi sayabilir. Bu ise mutluluk özlemimizi karanlığa gömer. Olayları değerlendirirken göreceli doğruya ulaşmak için, önümüze konulan bilgi ile yetinmeyip daha ciddi olarak düşünmek ve araştırmak gerekmektedir. Acaba ben de yanlış yapabiliyor muyum? Ben ne kadar sağlıklı düşünüyorum deyip olayın karşıt boyutunu düşünerek, yetişkin bir birey bakış açısı ile olayların irdelenmesi gerekir. Bu bağlamda felsefe ve tarih öğrenimi yaşamsal bir öğretidir. Neyin yaşandığını, nasıl yaşandığını, neden yaşandığını öğrenmek çok önemli bir işlevdir. Aynı zamanda bir beceridir. Bu beceri tabii sistematik bilgi toplama, yöntem bilimine sahip aydınlık ve önünü görebilen insanların yapabildiği bir işlevdir.
Üniversiteler de maalesef bütünsel bir bakış açısına sahip olmadıkları bugün içinde bulundukları durum net olarak ortaya koymaktadır. Bugün üniversitelerin bilim politikalarının, stratejilerinin ve çizilmiş hedeflerinin olmadığı görülmektedir. Bilim, felsefe yapma yanında bilgiyi teknolojiye dönüştürme, adam yetiştirmeyi bir bütün olarak algılamak için gerekli düşünsel donanıma sahip olması gerekir. Olaylara bütünsel sezgi içerisinde bakılmadığı için çevrede olup bitenler anlaşılamıyor tahlil edilemiyor ve sonuçta bulunan da ne anlama geldiği anlaşılmıyor. Çoğu zaman sadece ders vermek, bir iki yayın yapılarak bilim yapıldığı sanılmaktadır. En azından üniversitelerin olaylara bütünsel bakış açısı ile yaklaşması, ülkenin aydınlık geleceği için önemli olacaktır.
Bilinçli olarak kendisini tanımak, sorununun ne olduğunu bilmek, bilinmeyenin nedenini sormak ve yanıtını aramak kişinin geleceğini daha iyi planlamasına yardımcı olabilir. Bütün bu olgular, olaylara bütünsel bakmamızı, her olayı önemseyip işimizi ciddi yapıp şansa yer vermeden gerçekleştirmemiz gerektiğini ortaya çıkarmaktadır. Olaylara bütünsel bakabilenler daha ilkeli ve sistemli yaşadıkları için daha az sorunla karşılaşmakta ve daha mutlu bir yaşam şansına sahip olmaktadırlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ibrahim Ortaş / diğer yazıları
- Türkiye'de eğitim sorunları / 24.10.2004
- Ortaöğretimden üniversiteye taşınan sorunlar / 21.09.2004
- Üniversitede bütünsel bakış / 08.09.2004
- Bütünsel bakabilmek-1 / 06.09.2004
- Sıfır puan ve eğitim sistemimizin çıkmazı / 03.08.2004
- Ortaöğretimden üniversiteye taşınan sorunlar / 21.09.2004
- Üniversitede bütünsel bakış / 08.09.2004
- Bütünsel bakabilmek-1 / 06.09.2004
- Sıfır puan ve eğitim sistemimizin çıkmazı / 03.08.2004