Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, AB'ye gönül vermişlerin, 12 yıldızlı AB bayraklarıyla attığı zafer çığlıkları duyulmayacak cinsten değil. "Statüko"nun mimarı olarak tanımladıkları Denktaş, artık onların da kahramanı! Hem de New York Kahramanı! Fırsat verseler Denktaş'ı ve onun gibi düşünenleri bir kaşık suda boğacak yazarlar, çizerler, şimdilerde 'Denktaş hayranı' kesildiler.
Cüneyt Ülsever dahi Denktaş'a teşekkür etti. Başbakan Erdoğan Denktaş'a methiyeler diziyor, Abdullah Gül Denktaş'a dair hayaller kurabiliyor artık!
Güneş Batı'dan doğmadı ama bunlar oldu!
Peki ama bütün bu zafer çığlıklarının sebebi ne? Kim kazandı, kim kaybetti?
Olan şu; BM Genel Sekreteri Annan, tarafları 10 Şubat'ta New York'a, 'Kıbrıs ölüm tünelinin' açılışına davet etti. Öyle bir açılış ki, gidenler geri dönmüyor, tünele girmek mecburi. Nihayetinde bu da oldu, Denktaş geri dönüşü olmayan, tek çıkışlı 'o tünele' girmeye mecbur edildi. Demek ki, kahraman olmak için ille de iyi şeyler yapmak gerekmiyor, bazen düşmanın bile yapmayacağı kötülükleri yapmak da kahraman olmak için yetiyormuş.
İşte bizim zaferimiz bu: O tünele girmek.
O tünele bizimle giren Rum tarafının kaybedeceği hiçbir şey yok. Onlar 1 Mayıs'ta AB'ye üye olacaklar, Kuzey Kıbrıs'ın tapusunu da üstlerine geçirecekler. Türk tarafı ise, o açılışa çağırılma sebebini, yani elindeki toprağın sahipliğini kaybedecek. Artık bu tür görüşmelerde muhatap kabul edileceği, temsil edilen bir toprak parçası kalmayacak.
***
Rum tarafının "AB de müzakerelere müdahil olsun" baskısına karşın AB'nin "biz karışmayız" dediği iddia ediliyor. Ve bu gerçeklik payı, en azında vurgu şiddeti daha az olan bu iddiadan hareketle "AB'nin Türkiye'ye sonsuz destek verdiği" tarzında çıkarımlar yapılıyor.
Çok basit bir akıl yürütme yapalım:
1 Mayıs'ta Rum Kesimi'nin AB'ye gireceği kesin. AB'de, Türkiye'yi içine almama yönündeki baskın kanaate karşın, Türkiye'nin birliğe alınmasına sıcak bakan küçük bir kesimin de bu konuda yaşadığı tereddüdler ortada. Durum bu iken, AB neden dertsiz başını derde soksun ki? Madem herşey yerli yerinde, güllük gülistanlık, o halde 1 Mayıs'ta Rum Kesimi'ni alsın içine, Türkiye'yi de kapısında süründürmeye devam etsin!
AB'nin derdi ne?
Türkiye'de hükümetin bütün kozları Rum tarafına vermesi, "onların eli bizden kuvvetli, onlar değil biz taviz vermeliyiz" noktasında bulunması ve başının Rumlara karşı her zaman eğik olmasının sebebi, bu sorunun cevabını doğru olarak okuyup, değerlendirememesinden, aksine soruya tersinden cevap aramasından kaynaklanıyor.
AB, kendi içinde ciddi kırılmalar yaşıyor, parçalanmanın eşiğinde. Uluslararası arenada söz sahibi olabilmek adına Doğu Akdeniz'in en stratejik noktasına, yani Kıbrıs'a sahip olma isteği, her türlü tavizi verdirtebilir AB'ye. Sorunlu bir Kıbrıs, Doğu Akdeniz'deki dayanılmaz cazibeyi gölgelediği gibi, AB içinde yaşanan artçı kırılmaları büyük bir depreme dönüştürebilir. Şu an Rum tarafına AB tarafından verilen ayar; "eğer Denktaş masadan çekilirse, peşinden yalvar, gerekirse ayaklarına kapan ama masaya oturt" kıvamında.
Bu ölçüde çaresiz ve Kıbrıs'ta çözüme aç bir Avrupa Birliği'ne, Başbakan Erdoğan'ın "1 Mayıs'a kadar çözüm olmazsa yandık!" çaresizliği adeta can suyu oluyor. Başbakan Erdoğan'ın "reel potiği tersten okumasıyla" ortaya koyduğu ferasetten nasibi olmayan aciz politikanın hayat verdiği bir Avrupa Birliği!
1 Mayıs'a kadar çözüm olmazsa Avrupa Birliği yanar, biter, kül olur. Ama o tünele girdikten sonra bu ihtimal zayıfladı.
Cüneyt Ülsever dahi Denktaş'a teşekkür etti. Başbakan Erdoğan Denktaş'a methiyeler diziyor, Abdullah Gül Denktaş'a dair hayaller kurabiliyor artık!
Güneş Batı'dan doğmadı ama bunlar oldu!
Peki ama bütün bu zafer çığlıklarının sebebi ne? Kim kazandı, kim kaybetti?
Olan şu; BM Genel Sekreteri Annan, tarafları 10 Şubat'ta New York'a, 'Kıbrıs ölüm tünelinin' açılışına davet etti. Öyle bir açılış ki, gidenler geri dönmüyor, tünele girmek mecburi. Nihayetinde bu da oldu, Denktaş geri dönüşü olmayan, tek çıkışlı 'o tünele' girmeye mecbur edildi. Demek ki, kahraman olmak için ille de iyi şeyler yapmak gerekmiyor, bazen düşmanın bile yapmayacağı kötülükleri yapmak da kahraman olmak için yetiyormuş.
İşte bizim zaferimiz bu: O tünele girmek.
O tünele bizimle giren Rum tarafının kaybedeceği hiçbir şey yok. Onlar 1 Mayıs'ta AB'ye üye olacaklar, Kuzey Kıbrıs'ın tapusunu da üstlerine geçirecekler. Türk tarafı ise, o açılışa çağırılma sebebini, yani elindeki toprağın sahipliğini kaybedecek. Artık bu tür görüşmelerde muhatap kabul edileceği, temsil edilen bir toprak parçası kalmayacak.
***
Rum tarafının "AB de müzakerelere müdahil olsun" baskısına karşın AB'nin "biz karışmayız" dediği iddia ediliyor. Ve bu gerçeklik payı, en azında vurgu şiddeti daha az olan bu iddiadan hareketle "AB'nin Türkiye'ye sonsuz destek verdiği" tarzında çıkarımlar yapılıyor.
Çok basit bir akıl yürütme yapalım:
1 Mayıs'ta Rum Kesimi'nin AB'ye gireceği kesin. AB'de, Türkiye'yi içine almama yönündeki baskın kanaate karşın, Türkiye'nin birliğe alınmasına sıcak bakan küçük bir kesimin de bu konuda yaşadığı tereddüdler ortada. Durum bu iken, AB neden dertsiz başını derde soksun ki? Madem herşey yerli yerinde, güllük gülistanlık, o halde 1 Mayıs'ta Rum Kesimi'ni alsın içine, Türkiye'yi de kapısında süründürmeye devam etsin!
AB'nin derdi ne?
Türkiye'de hükümetin bütün kozları Rum tarafına vermesi, "onların eli bizden kuvvetli, onlar değil biz taviz vermeliyiz" noktasında bulunması ve başının Rumlara karşı her zaman eğik olmasının sebebi, bu sorunun cevabını doğru olarak okuyup, değerlendirememesinden, aksine soruya tersinden cevap aramasından kaynaklanıyor.
AB, kendi içinde ciddi kırılmalar yaşıyor, parçalanmanın eşiğinde. Uluslararası arenada söz sahibi olabilmek adına Doğu Akdeniz'in en stratejik noktasına, yani Kıbrıs'a sahip olma isteği, her türlü tavizi verdirtebilir AB'ye. Sorunlu bir Kıbrıs, Doğu Akdeniz'deki dayanılmaz cazibeyi gölgelediği gibi, AB içinde yaşanan artçı kırılmaları büyük bir depreme dönüştürebilir. Şu an Rum tarafına AB tarafından verilen ayar; "eğer Denktaş masadan çekilirse, peşinden yalvar, gerekirse ayaklarına kapan ama masaya oturt" kıvamında.
Bu ölçüde çaresiz ve Kıbrıs'ta çözüme aç bir Avrupa Birliği'ne, Başbakan Erdoğan'ın "1 Mayıs'a kadar çözüm olmazsa yandık!" çaresizliği adeta can suyu oluyor. Başbakan Erdoğan'ın "reel potiği tersten okumasıyla" ortaya koyduğu ferasetten nasibi olmayan aciz politikanın hayat verdiği bir Avrupa Birliği!
1 Mayıs'a kadar çözüm olmazsa Avrupa Birliği yanar, biter, kül olur. Ama o tünele girdikten sonra bu ihtimal zayıfladı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012