Bin yıllık devlet geleneği olan bir milletin, devlet olma nüvesini barındıran son halka, son numune Türkiye Cumhuriyeti, 80. yılını da devirdi. Dile kolay, 80 koca yıl, bir asra çeyrekten de az kalmış. Gerçi 600 yıllık bir Osmanlı İmparatorluğu düşünüldüğünde pek de uzun bir zaman dilimi gibi gelmese de, çağın nitelikleri ve devlet modelleri göz önüne alındığı takdirde hiç de azımsanmayacak bir zaman dilimi 80 yıl.
Bir de devlet kurmaktan çok, yıkmakta mahir olan Türk milleti akla getirilirse... Yüz bin kere maşallah!
Geride bıraktığımız 80 yılın muhasebesini iyi yapmak gerekiyor. 'Nereden nereye geldik, artılarımız ne, eksilerimiz ne, neler değişti, neler değişmedi, "az zamanda çok iş yapmayı" şiar edinen Atatürk'ün "muasırlık" hedefine varıldı mı, yoksa hâlâ çağı geriden mi takip ediyoruz' gibi onlarca soru sorulabilir. Mesela 1923'te 51 milyon dolar olan Türkiye'nin ihracatı 80. yılında 42 milyar doları bulmuş. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir.
Birçok konuda yerimizde saymadığımız ve önemli ilerlemeler kaydettiğimiz kesin ama bazı konularda da geriye gittiğimiz unutulmamalı.
Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümü münasebetiyle her sene yapılan 29 Ekim resepsiyonunun bu yıl yapılanı 1923'te bulunduğumuz noktanın çok çok gerilerine itildiğimiz bir aşamayı temsil ediyor. Cumhurun en tepesindeki cumhurbaşkanımızın bu resepsiyon vesilesiyle ortaya koyduğu tutumun anlaşılır hiçbir tarafı olmadığı gibi, cumhurun reisinin cumhurdan ne kadar kopuk olduğunu da bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu.
80. yılını kutlamakta gurur duyduğumuz bir güne hiç yakışmayan bir gerginlik hakim kılındığı gibi, milleti temsil eden en üst kurumla milletin arasındaki uçurum da tebarüz etti.
Bir milletvekilinin dile getirdiği gibi: "Bir Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamayı bile beceremedik." Evet gerçekten de beceremedik bu güzel günü kutlamayı. Bir resepsiyon krizi bu güzelim günün ifade ettiği manaya gölge düşürdü, coşku kursağımızda kaldı, sevincimizi tam ifade edemedik. Yanlış anlaşılmasın dedelerimizin kanıyla kurulan Türkiye Cumhuriyetimizin 80. yılını kutlamaktan aldığımız haz ve gururdan zerre kadar eksilme olmadı ama biz cumhurun reisinin sergilediği tutuma anlam veremedik. Cumhur, reisine kırıldı. Cumhur reisinin bizden kopuk olduğunu, gerçeklerimizden bihaber olduğunu ve hatta gerçeklerimizi tehdit ve düşman olarak telakki ettiğini üzülerek müşahede ettik.
Cumhurbaşkanı Sezer, "Atatürk ilke ve devrimlerinin korunması, Cumhuriyet'in tüm değerleriyle sonsuza değin yaşatılması, hepimizin ortak sorumluluğudur. Bu sorumluluk bağlamında belirtilmelidir ki, laik Cumhuriyet'e, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalma yemini eden cumhurbaşkanından milletvekiline, başbakan ve bakanlardan yargı mensuplarına, öğretim elemanlarından kamu görevlilerine herkes ve tüm yurttaşlarımız, Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa'da belirtilen niteliklerini korumak, özen göstermek ve bu ilkeler yönünden taraf olmak zorundadırlar" diyor.
Çok doğru! Biz de yurttaşlar olarak Atatürk'ün ilke ve devrimlerine ve Cumhuriyet'in tüm değerleriyle sonsuza kadar yaşatılması sorumluluğunu paylaşıyoruz. Ama kime karşı taraf olacağız? Başörtüsü takan annemize, kız kardeşimize, eşimize, ninemize karşı mı? Cumhuriyetimizin düşmanı olanlara karşı tüm Türkiye Cumhuriyeti olarak zaten tarafız. Ama sayın Sezer'in bunu kasdetmediği açık.
Sezer, resepsiyon krizi yüzünden gelen tepkiler üzerine şunu da dile getiriyor: "Bu benim şahsi resepsiyonum değil, devletin resepsiyonudur." Bu ifade üzerine sadece şu soruyu sormak kâfi: Peki bu resepsiyonun sahibi olan devlet, kimin devleti?
Bir de devlet kurmaktan çok, yıkmakta mahir olan Türk milleti akla getirilirse... Yüz bin kere maşallah!
Geride bıraktığımız 80 yılın muhasebesini iyi yapmak gerekiyor. 'Nereden nereye geldik, artılarımız ne, eksilerimiz ne, neler değişti, neler değişmedi, "az zamanda çok iş yapmayı" şiar edinen Atatürk'ün "muasırlık" hedefine varıldı mı, yoksa hâlâ çağı geriden mi takip ediyoruz' gibi onlarca soru sorulabilir. Mesela 1923'te 51 milyon dolar olan Türkiye'nin ihracatı 80. yılında 42 milyar doları bulmuş. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir.
Birçok konuda yerimizde saymadığımız ve önemli ilerlemeler kaydettiğimiz kesin ama bazı konularda da geriye gittiğimiz unutulmamalı.
Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümü münasebetiyle her sene yapılan 29 Ekim resepsiyonunun bu yıl yapılanı 1923'te bulunduğumuz noktanın çok çok gerilerine itildiğimiz bir aşamayı temsil ediyor. Cumhurun en tepesindeki cumhurbaşkanımızın bu resepsiyon vesilesiyle ortaya koyduğu tutumun anlaşılır hiçbir tarafı olmadığı gibi, cumhurun reisinin cumhurdan ne kadar kopuk olduğunu da bir kez daha gözler önüne serilmiş oldu.
80. yılını kutlamakta gurur duyduğumuz bir güne hiç yakışmayan bir gerginlik hakim kılındığı gibi, milleti temsil eden en üst kurumla milletin arasındaki uçurum da tebarüz etti.
Bir milletvekilinin dile getirdiği gibi: "Bir Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamayı bile beceremedik." Evet gerçekten de beceremedik bu güzel günü kutlamayı. Bir resepsiyon krizi bu güzelim günün ifade ettiği manaya gölge düşürdü, coşku kursağımızda kaldı, sevincimizi tam ifade edemedik. Yanlış anlaşılmasın dedelerimizin kanıyla kurulan Türkiye Cumhuriyetimizin 80. yılını kutlamaktan aldığımız haz ve gururdan zerre kadar eksilme olmadı ama biz cumhurun reisinin sergilediği tutuma anlam veremedik. Cumhur, reisine kırıldı. Cumhur reisinin bizden kopuk olduğunu, gerçeklerimizden bihaber olduğunu ve hatta gerçeklerimizi tehdit ve düşman olarak telakki ettiğini üzülerek müşahede ettik.
Cumhurbaşkanı Sezer, "Atatürk ilke ve devrimlerinin korunması, Cumhuriyet'in tüm değerleriyle sonsuza değin yaşatılması, hepimizin ortak sorumluluğudur. Bu sorumluluk bağlamında belirtilmelidir ki, laik Cumhuriyet'e, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalma yemini eden cumhurbaşkanından milletvekiline, başbakan ve bakanlardan yargı mensuplarına, öğretim elemanlarından kamu görevlilerine herkes ve tüm yurttaşlarımız, Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa'da belirtilen niteliklerini korumak, özen göstermek ve bu ilkeler yönünden taraf olmak zorundadırlar" diyor.
Çok doğru! Biz de yurttaşlar olarak Atatürk'ün ilke ve devrimlerine ve Cumhuriyet'in tüm değerleriyle sonsuza kadar yaşatılması sorumluluğunu paylaşıyoruz. Ama kime karşı taraf olacağız? Başörtüsü takan annemize, kız kardeşimize, eşimize, ninemize karşı mı? Cumhuriyetimizin düşmanı olanlara karşı tüm Türkiye Cumhuriyeti olarak zaten tarafız. Ama sayın Sezer'in bunu kasdetmediği açık.
Sezer, resepsiyon krizi yüzünden gelen tepkiler üzerine şunu da dile getiriyor: "Bu benim şahsi resepsiyonum değil, devletin resepsiyonudur." Bu ifade üzerine sadece şu soruyu sormak kâfi: Peki bu resepsiyonun sahibi olan devlet, kimin devleti?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012