Ülkemizin toprakları kapışılırcasına satılırken, dikkatler bir anda İstanbul'a çevrildi.
Bir yılın yağışı yağacak ve İstanbul görülmedik bir felakete maruz kalacaktı. Belediye başkanı açıklamalar yaptı, halkı uyardı, basın olayı büyüttü.
Doğru, yağmur yağdı, alt yapısı hiçbir zaman yapılmayan özellikle de Alibeyköy gibi yerler suların altına gömüldü, ama Başkanın ve basının abarttığı kadar değil, yine her zamanki gibi oldu.
Bu rutin yağan yağmur ve yine İstanbul'da alışılagelen evlerin, dükkanların su altında kalması olayından sonra belediye başkanı rutin olmayan bir açıklama yaptı. "Alibeyköy'ü istimlak edeceğiz".
Tapusu olanlara hem evlerinin ve arsalarının bedelleri, hem de mal zararlarının verileceği, tapusu olmayanların ise sadece mal zararları ödeneceği belirtildikten sonra da kollar sıvandı ve görülmedik bir jet hızıyla istimlak işlemine başlandı. Üstelik 2 ay içerisinde bu işlemin biteceği de açıklanarak.
Bu arada, yağmurdan sonra İstanbul Belediye Başkanı ve Eyüp Belediye Başkanı Alibeyköy'de sel mağdurları ile görüşmeler yaptı. Durumunu arz eden mağdur bir vatandaş ne gibi önlemler alınacağını sorduğunda Eyüp Belediye Başkanı tarafından "Bize hesap mı soruyorsun" diye azarlandı.
Sayın başkanlarımıza şunu hatırlatmakta fayda görüyorum, bin bir umutla sizi iktidara taşıyanlar, varoşlarda yaşayan bu insanlardı. Tabii ki size hesap sormaya fazlasıyla hakları var. Çünkü mağdur olan onlar, çözmesi gereken siz.
Bu jet istimlak meselesinde dikkatimizi çeken asıl olay ise, bir çok mevzuda bürokrasi yavaş işlerken niçin bu kadar hızlı olduğu.
Geçenlerde bir haber kanalında, söyleşi sırasında konuklardan biri şöyle bir ifade kullandı "Yapılan bu istimlak çalışmasının burada kurulacak marina ile alakası olmasın?".
Aldığımız duyumlara göre Haliç'te İngiltere, Amerika ve İsrail bağlantılı, yerli bir firmanın da ortaklığında marina planlanıyor ve bu konu basının satır aralarında gündem ediliyor.
Yine bu bölgede İngilizlerin yoğun bir şekilde toprak satın aldıkları gündem ediliyor. Kimlerin nereleri aldığı ise sır gibi saklanıyor.
Artık bu ülkede öyle şeyler yapılıyor ki, her şeye temkinli bakmak zorundayız. Keşke, iş işten geçmeden, milletimiz de bu noktada yeterince duyarlı olabilse.
Dün fazla önemsemediğim, ama bugün anlam kazanmaya başlayan birkaç yıl önce yaşanan şu olayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum.
Atina'da bir canlı televizyon programında bir papaz ve bir general konuk ediliyor ve papaz şu ifadeleri kullanıyor "İstanbul bir gün mutlaka bizim olacaktır. İnsanların bir kısmı İstanbul'u boşaltacak, bir kısmını Hıristiyanlaştıracağız, kalan kısmını da öldüreceğiz".
Başbakanımızın çok yakın dost olarak gördüğü Yunanistan'ın Başkentinde, bir televizyonda birkaç yıl önce söylenen ifadeler bunlar.
Son zamanlarda özellikle yoğunlaşan deprem söylentilerinin ve felaket tellallığının acaba İstanbul'un boşaltılmasıyla bir alakası var mı? merak konusu. Çünkü çelişkili deprem iddialarıyla bir taraftan İstanbullular korku içerisinde yaşarken ve alternatifler ararken, depremden en çok etkilenecek olan adalarda, boğaz kıyılarında yaşayan azınlıklarda herhangi hareket yok. Bir taraftan da yabancılar boş buldukları arazileri cazip fiyatlarla kapatmaya ve yerleşmeye çalışıyorlar.
Olayları birbirine bağlayınca hiç de komplo teorisi olmadığı ortaya çıkıyor. Zaman her şeyi gösterecektir, iş işten geçmeden önce kavramak lazım.
Bugün kim ne derse desin ulusal güvenliğimiz, birlik ve beraberliğimiz tehdit altındadır. Meselelerin milli menfaatler doğrultusunda acilen çözümlenmesi gerekmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün şu ifadelerini her zaman hatırlamak gerekmektedir."Efendiler! Batılı ülkelere olan hassasiyetimizi hoş karşılayın. Çünkü Kurtuluş Savaşını biz onlara karşı verdik."
Dost ve müttefik olarak görünüp Haçlı Seferini başlattıklarını ilan edenler ve komşu ülkeleri bir bir talan edip, katliam yapanlar bize ne kadar dost olabilir.
Bize bizden başka dost yok.
Dün Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da, İzmir'de ve Anadolu'nun her bir köşesinde silahla alamadıkları, her bir karışı şehit kanıyla yoğrulmuş topraklarımızı, bugün elini kolunu sallayarak ve kağıt parçalarını boyayarak satın alıyorlar.
30 Ağustos Zafer Bayramı inşallah bu hakikatleri hatırlamak için bir dönüm noktası olur.
Bir yılın yağışı yağacak ve İstanbul görülmedik bir felakete maruz kalacaktı. Belediye başkanı açıklamalar yaptı, halkı uyardı, basın olayı büyüttü.
Doğru, yağmur yağdı, alt yapısı hiçbir zaman yapılmayan özellikle de Alibeyköy gibi yerler suların altına gömüldü, ama Başkanın ve basının abarttığı kadar değil, yine her zamanki gibi oldu.
Bu rutin yağan yağmur ve yine İstanbul'da alışılagelen evlerin, dükkanların su altında kalması olayından sonra belediye başkanı rutin olmayan bir açıklama yaptı. "Alibeyköy'ü istimlak edeceğiz".
Tapusu olanlara hem evlerinin ve arsalarının bedelleri, hem de mal zararlarının verileceği, tapusu olmayanların ise sadece mal zararları ödeneceği belirtildikten sonra da kollar sıvandı ve görülmedik bir jet hızıyla istimlak işlemine başlandı. Üstelik 2 ay içerisinde bu işlemin biteceği de açıklanarak.
Bu arada, yağmurdan sonra İstanbul Belediye Başkanı ve Eyüp Belediye Başkanı Alibeyköy'de sel mağdurları ile görüşmeler yaptı. Durumunu arz eden mağdur bir vatandaş ne gibi önlemler alınacağını sorduğunda Eyüp Belediye Başkanı tarafından "Bize hesap mı soruyorsun" diye azarlandı.
Sayın başkanlarımıza şunu hatırlatmakta fayda görüyorum, bin bir umutla sizi iktidara taşıyanlar, varoşlarda yaşayan bu insanlardı. Tabii ki size hesap sormaya fazlasıyla hakları var. Çünkü mağdur olan onlar, çözmesi gereken siz.
Bu jet istimlak meselesinde dikkatimizi çeken asıl olay ise, bir çok mevzuda bürokrasi yavaş işlerken niçin bu kadar hızlı olduğu.
Geçenlerde bir haber kanalında, söyleşi sırasında konuklardan biri şöyle bir ifade kullandı "Yapılan bu istimlak çalışmasının burada kurulacak marina ile alakası olmasın?".
Aldığımız duyumlara göre Haliç'te İngiltere, Amerika ve İsrail bağlantılı, yerli bir firmanın da ortaklığında marina planlanıyor ve bu konu basının satır aralarında gündem ediliyor.
Yine bu bölgede İngilizlerin yoğun bir şekilde toprak satın aldıkları gündem ediliyor. Kimlerin nereleri aldığı ise sır gibi saklanıyor.
Artık bu ülkede öyle şeyler yapılıyor ki, her şeye temkinli bakmak zorundayız. Keşke, iş işten geçmeden, milletimiz de bu noktada yeterince duyarlı olabilse.
Dün fazla önemsemediğim, ama bugün anlam kazanmaya başlayan birkaç yıl önce yaşanan şu olayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum.
Atina'da bir canlı televizyon programında bir papaz ve bir general konuk ediliyor ve papaz şu ifadeleri kullanıyor "İstanbul bir gün mutlaka bizim olacaktır. İnsanların bir kısmı İstanbul'u boşaltacak, bir kısmını Hıristiyanlaştıracağız, kalan kısmını da öldüreceğiz".
Başbakanımızın çok yakın dost olarak gördüğü Yunanistan'ın Başkentinde, bir televizyonda birkaç yıl önce söylenen ifadeler bunlar.
Son zamanlarda özellikle yoğunlaşan deprem söylentilerinin ve felaket tellallığının acaba İstanbul'un boşaltılmasıyla bir alakası var mı? merak konusu. Çünkü çelişkili deprem iddialarıyla bir taraftan İstanbullular korku içerisinde yaşarken ve alternatifler ararken, depremden en çok etkilenecek olan adalarda, boğaz kıyılarında yaşayan azınlıklarda herhangi hareket yok. Bir taraftan da yabancılar boş buldukları arazileri cazip fiyatlarla kapatmaya ve yerleşmeye çalışıyorlar.
Olayları birbirine bağlayınca hiç de komplo teorisi olmadığı ortaya çıkıyor. Zaman her şeyi gösterecektir, iş işten geçmeden önce kavramak lazım.
Bugün kim ne derse desin ulusal güvenliğimiz, birlik ve beraberliğimiz tehdit altındadır. Meselelerin milli menfaatler doğrultusunda acilen çözümlenmesi gerekmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk'ün şu ifadelerini her zaman hatırlamak gerekmektedir."Efendiler! Batılı ülkelere olan hassasiyetimizi hoş karşılayın. Çünkü Kurtuluş Savaşını biz onlara karşı verdik."
Dost ve müttefik olarak görünüp Haçlı Seferini başlattıklarını ilan edenler ve komşu ülkeleri bir bir talan edip, katliam yapanlar bize ne kadar dost olabilir.
Bize bizden başka dost yok.
Dün Çanakkale'de, Sakarya'da, Dumlupınar'da, İzmir'de ve Anadolu'nun her bir köşesinde silahla alamadıkları, her bir karışı şehit kanıyla yoğrulmuş topraklarımızı, bugün elini kolunu sallayarak ve kağıt parçalarını boyayarak satın alıyorlar.
30 Ağustos Zafer Bayramı inşallah bu hakikatleri hatırlamak için bir dönüm noktası olur.
Murat Çabas / diğer yazıları
- “Oyları böleceğiz, vatanı böldürmeyeceğiz” / 27.03.2024
- Seçimde tiyatrolara aldanmayın! / 26.03.2024
- Oylar bölünmezse hizmet gelmez! / 23.03.2024
- Oyları bölün ki, demokrasi açığa çıksın! / 22.03.2024
- 52’ye 48 düzeni Türkiye’ye zarar veriyor / 20.03.2024
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Seçimde tiyatrolara aldanmayın! / 26.03.2024
- Oylar bölünmezse hizmet gelmez! / 23.03.2024
- Oyları bölün ki, demokrasi açığa çıksın! / 22.03.2024
- 52’ye 48 düzeni Türkiye’ye zarar veriyor / 20.03.2024
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024