Uygulanan yanlış tarım politikaları; hem çiftçiye, hem tüm vatandaşlara hem de ülke ekonomisine darbe vurmaya devam ediyor. Çiftçi yüksek maliyet, yetersiz destek ve düşük fiyat sebebiyle kazanamıyor, tarımdan soğuyor; vatandaş ise açıklanan resmi enflasyonun kat kat ötesinde artan fiyatlar sebebiyle gıdaya ulaşamıyor.
Yüksek maliyet dedik, bakın çiftçinin 1 yıllık üretim maliyeti artışı ne kadar:
Üretici maliyetlerinde önemli ağırlığı olan üre gübresi yüzde 130, DAP gübresi yüzde 155, bazı tarımsal ilaçlar yüzde 60, besi yemi yüzde 55, süt yemi yüzde 57, sertifikalı hububat tohumluğu fiyatları yüzde 63, elektrik fiyatları ise yüzde 56.
Esasen böyle çarpık bir tabloyu ortaya çıkartan uygulamaya "tarım politikası" bile denmez, çünkü BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın dediği gibi "ortada bir politika yok."
Pazara, markete gidiyoruz, geçtiğimiz yıl 2 liraya yediğimiz meyvenin, sebzenin bu yıl 10 lira hatta 15-20 lira olduğunu görüyoruz. Sonra resmi enflasyonu açıklıyorlar, yüzde 19.
Gördüğümüze ve bizzat yaşadığımıza mı inanacağız, yoksa bu yüzde 19 oranına mı?
Maaşlarımız resmi enflasyona göre, harcamamız bu fahiş artışlara göre.
Çiftçi üretimden soğuyunca, buna kuraklık ve pandemi şartları da eklenince, hükümet ithalata başvuruyor. Durum böyle olunca, çiftçiye bir tokat da ithalattan gelmiş oluyor.
Siyasilerimiz işbilmezliklerinin acı faturasını çiftçiye ve vatandaşa kesiyor.
Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararnamesi'ne göre; nohut, mercimek, buğday, arpa, mısır, yulaf gibi ürünlerde ithalattan alınacak gümrük vergisi sıfıra indirildi.
Bu ürünlerin hepsi Türkiye'de üretilebilen ürünler, hatta bazılarının anavatanı Türkiye.
2020 yılında 9.7 milyon ton buğday ithal ettik. Buna ödediğimiz meblağ ise 2.3 milyar dolar. Uzmanlar 2021 yılındaki buğday ithalat miktarının 11 milyon tona çıkacağını söylüyor.
Hububat fiyatları dünya genelinde artış gösteriyor. Pandemi öncesi tonu 240 dolardan alınabilen bir hububat, bugün ancak 330 dolara alınabiliyor. Elbette ki Türkiye için sadece birim fiyat değil, dolar kuru artışı da büyük bir maliyet artışı.
Buğday için ifade edersek, geçen yıl buğday ithalatı için 2.3 milyar dolar öderken, bu yıl 3.3 milyar dolarlık bir fatura karşımıza çıkacak.
Kendi çiftçimize ürün alım fiyatı ve destekler konusunda oldukça cimri davranırken, üstelik çiftçimizin sırtına vergi üstüne vergi yığarken, yabancı çiftçiye olabildiğince cömert davranıyoruz, onlara milyarlarca dolar para kazandırıyoruz, hem de bir kuruş vergi almıyoruz.
Aynı cömertliği kendi çiftçimize göstersek, bugün tarımın hali çok daha iyi olurdu.
Bu sene, ayrıca kuraklığın da büyük bir darbesi var. 2021 yılı için buğdayda 19.5 milyon ton gibi bir rekolte bekleniyordu, kuraklık sebebiyle 4.5 milyon tonluk bir rekolte kaybı olacağı öngörülüyor. Küresel iklim şartlarındaki değişikler hesaba katılarak, bu açığı kapatabilecek bir yol haritası izleneceğine, "saldım çayıra Mevlam kayıra" tarzında bir başıboş tavır sergilenerek, tarım ve çiftçi yalnız bırakılıyor.
Bugün belki ithalatla açığı kapatabilirsiniz ama şunu asla unutmayalım ki, çok yakın bir zamanda ithalatın faturası çok daha büyük boyutlara çıkacak ve ithalat yapma imkanı da kalmayacak. "Bunu nereden çıkarıyorsun?" diyebilirsiniz, şöyle ifade edeyim:
Buğday, arpa, mısır gibi temel tarım ürünleri artık dünya piyasalarında birer yatırım aracı olarak görülüyor. Borsada nasıl değerli kağıtlar alınıp satılıyor, buğday da bu şekilde oturduğun yerden para kazanma aracı haline dönüştü.
Küresel sermaye sahipleri bu asli ihtiyaç ürünlerini kolay para kazanabilmek için stokluyorlar ve bu şekilde fiyat artıyorlar. Hububat fiyatları 240 dolardan 330 dolara tırmanıyorsa işte bu küresel oyunun bir neticesidir. Ve bu artan bir oranda devam edecek.
İthalat, astarı yüzünden pahalı bir hale dönecek, bu sefer yerli ürün arayacağız ama çiftçi tarımdan koptuğu için onu da bulamayacağız. Bu gidişle yerli gıda bulamayacağımız gibi, yüksek ithalat faturaları sebebiyle gıdaya hiç ulaşamayacağız.
Peki, bu kötü gidişat nasıl önlenebilir? Elbette ki Prof. Dr. Haydar Baş'ın dünyanın birçok ülkesinde uygulanan Milli Ekonomi Modeli'nin (MEM) tarım projeleriyle.
Emek ve üretimin karşılığı senyorajı ekonominin merkezine alan MEM, tarıma verilecek desteklerin zaten kendi içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Tarım, katmadeğeri en yüksek olan sektördür. Prof. Dr. Baş sık sık 1 çuval mısır örneğini vermektedir. 1 çuval mısır ekildiğinde en az 10 çuval mısır elde edilebilmektedir. Bu örneğe göre, bu üretim bize 9 çuval karşılığı daha para basma hakkı kazandırmaktadır.
Bu parayla MEM'deki tarım projelerinin tamamı fazlasıyla finanse edilebilir.
Çiftçiye, daha tohumunu tarlaya ekmeden yüzde 50 avans verilebilir; çiftçinin kendisi, tarlası ve ürünü her türlü doğal afete karşı devlet eliyle sigortalanabilir; çiftçiye ürün alım garantisi verilebilir; çiftçiye 5 yıl boyunca bedava tohum, gübre, ilaç, elektrik vs. verilebilir ve daha niceleri.
İşte bütün bu çözümlere ulaşabilmek için millet olarak artık tercihlerimizi doğru yapmalıyız, çözümü olanı tercih etmeliyiz.
Bunun için de MEM'i parti programına alan tek parti, Bağımsız Türkiye Partisi'ni ve Genel Başkanı Hüseyin Baş'ı en kısa zamanda iktidara getirmeliyiz.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024