İslam dünyasına fitne sokmak ve Müslümanları birbirine düşürmek için sürekli plan içinde olanlar her zaman “kadın” unsurunu baş aktör olarak kullanmışlardır.
Tarihte bunun birçok örnekleri vardır ama ibret alma açısından bir İngiliz ajanı olan Humpher’in bu noktadaki faaliyetleri oldukça dikkat çekicidir.
Humpher, 1710 yılında Hicaz bölgesine İngiliz Sömürgeler Bakanlığı tarafından gönderilmiş ve bu bölgenin Osmanlı’dan kopmasına neden olmuş bir ajandır. Yaptığı fitne fücur faaliyetlerini de kendisine ait olan Hatırat eserinde detaylı bir şekilde yer vermiştir. İngiliz ajanlarının yaptığı faaliyetler konusunda da en kapsamlı eser Prof. Dr. Haydar Baş’ın kaleme aldığı “Dini ve Milli Bütünlüğümüze yönelik tehditler” eseridir, günümüzün Humpher ve “Safiye”lerinden korunmak için bu eseri mutlaka okuyunuz.
Humpher, İslami ilimlerde uzunca bir eğitim sürecinden sonra görev bölgesine gidiyor, ilk iş olarak İngiliz çıkarlarına uygun karakterde bir şahıs arıyor ve Muhammed Abdülvehhab’ı buluyor. Humpher’ın kendi ifadeleriyle Abdülvehhab’ta gördüğü özellikler şunlar:
“Muhammed’le tanışıp bir müddet samimi olduktan sonra şu neticeye vardım ki, bu adam İngiltere’nin İslam ülkelerindeki menfaatleri hesabına çalıştırılacak ideal bir kimsedir. Kendini büyük görmesi, gururu, makam sever oluşu, İslam ulema ve kaynaklarına olan düşmanlığı…”
“Yüksekten uçan ve egoist bir kişiliği olan Muhammed’i yavaş yavaş etkilemeye başlamıştım.” Abdülvehhab’ın bütün bu zaafları onun bir İngiliz ajanı tarafından ağa düşürülmesine neden oluyor. Bu aşamadan sonra Humpher’in sürekli olarak bu zaaflar üzerinden Abdülvahab’a nüfuz etmeye çalıştığını görüyoruz:
“Sürekli olarak onu, Allah seni büyük bir dahi olarak yaratmış, sana Ali ve Ömer’den daha fazla akıl vermiş diye tahrik ediyordum. Eğer sen Peygamber zamanında yaşasaydın, kesin olarak onların yerine geçerdin, diyordum. Onu her zaman seven, saygı duyan birisi olarak gözüküyor ve şöyle konuşuyordum: ‘İslam’da çok yakında meydana gelecek gelişmelerin senin önderliğinde gelişmesini ümit ederim. Zira İslam’ı bu düşüşten sadece sen kurtarabilirsin. İslam’ı düşüşten kurtarman için herkes sana ümit bağlamış.’”
Bu samimiyet sağlandıktan sonra Abdülvehhab’ın daha da potada eritilebilmesi için bir Safiye gerekiyordu. Safiye, İngiltere Sömürge Bakanlığı hesabına Basra’da kendini satarak Müslüman gençleri fuhşa ve fesada alıştıran Hıristiyan bir fahişedir. Humpher bu kadını Muhammed Abdülvehhab ile evlendirilişini şöyle anlatıyor:
“Evine gidip kadına durumu anlattım. Daha sonra ona ‘Safiye’ takma adını taktım ve Muhammed’i onun evine götürmeye karar verdik. Randevulaştığımız günde Muhammed’i Safiye’nin evine götürdüm. Onları bir haftalığına ve bir miktar altın mehirle evlendirdim. Kısacası ben dışarıdan, Safiye içeriden Muhammed’i yetiştiriyorduk. Safiye bilhassa dini hükümleri ayaklar altına almayı ona telkin ediyordu. Muhammed ona delice aşıktı ve her hafta muta’nın süresini uzatıyordu.” (Hatırat-ı Humpher, s.43)
Dini hükümler konusunda nasıl saptırdığını da şöyle anlatıyor:
“Onu evlendirdikten üç gün sonra evine gittim. Bu seferki konuşmamız şarabın haramlığı konusunda olacaktı. Bu konudaki ayet ve hadisleri gözden geçirdikten sonra şöyle dedim: ‘Eğer Muaviye, Yezid, Beni Ümeyye ve Beni Abbas’ın diğer halifeleri şarap içtilerse, bu din büyükleri dini bırakıyor da, şarap içmek sadece sana mı haram oluyor? Şüphesiz ki onlar Allah’ın kitabını ve Peygamberin sünnetini senden ve benden daha iyi biliyorlardı. Onlar Allah’ın kitabından ve Peygamberin sünnetinden şarabın haram değil mekruh olduğu hükmünü çıkarıyorlardı…” Bu şekilde fitne süreci devam ediyor.
Humpher onu tam ikna edemeyince şu taktiği uyguluyor:
“Şarap hususunda Safiye’ye şöyle dedim: ‘Şeyh Muhammed geldiğinde onu kendinden geçir ki, ona şarap içirebilesin.’ Ertesi gün Safiye’yi gördüğümde Abdülvehhab’a şarap içirdiğini, hatta onun sarhoş olarak sokağa çıkıp taşkınlıklar yaptığını söyledi.”
“Zehirlenmeye müsait” olan bir insanın nasıl zehirlendiğini ve burada “Safiye”lerin rolünü anlamamız açısından bu misal çok önemlidir. İngilizler dün bu taktiklerle başarılı oldular, fitne tohumlarını ektiler. Bu kadar başarılı oldukları bir sahayı terk ettiklerini düşünmek ahmaklık olur ve bugün yaşadıklarımızdan da anlaşılıyor ki, “Humpher”lar hala Abdülvehhab karakterlileri “Safiye”lerle kandırmaya devam ediyor.
Allah, dost görünümlü şeytanlardan hepimizi uzak eylesin, gerçek dostlarından bizleri ayırmasın, Âmin.
Tarihte bunun birçok örnekleri vardır ama ibret alma açısından bir İngiliz ajanı olan Humpher’in bu noktadaki faaliyetleri oldukça dikkat çekicidir.
Humpher, 1710 yılında Hicaz bölgesine İngiliz Sömürgeler Bakanlığı tarafından gönderilmiş ve bu bölgenin Osmanlı’dan kopmasına neden olmuş bir ajandır. Yaptığı fitne fücur faaliyetlerini de kendisine ait olan Hatırat eserinde detaylı bir şekilde yer vermiştir. İngiliz ajanlarının yaptığı faaliyetler konusunda da en kapsamlı eser Prof. Dr. Haydar Baş’ın kaleme aldığı “Dini ve Milli Bütünlüğümüze yönelik tehditler” eseridir, günümüzün Humpher ve “Safiye”lerinden korunmak için bu eseri mutlaka okuyunuz.
Humpher, İslami ilimlerde uzunca bir eğitim sürecinden sonra görev bölgesine gidiyor, ilk iş olarak İngiliz çıkarlarına uygun karakterde bir şahıs arıyor ve Muhammed Abdülvehhab’ı buluyor. Humpher’ın kendi ifadeleriyle Abdülvehhab’ta gördüğü özellikler şunlar:
“Muhammed’le tanışıp bir müddet samimi olduktan sonra şu neticeye vardım ki, bu adam İngiltere’nin İslam ülkelerindeki menfaatleri hesabına çalıştırılacak ideal bir kimsedir. Kendini büyük görmesi, gururu, makam sever oluşu, İslam ulema ve kaynaklarına olan düşmanlığı…”
“Yüksekten uçan ve egoist bir kişiliği olan Muhammed’i yavaş yavaş etkilemeye başlamıştım.” Abdülvehhab’ın bütün bu zaafları onun bir İngiliz ajanı tarafından ağa düşürülmesine neden oluyor. Bu aşamadan sonra Humpher’in sürekli olarak bu zaaflar üzerinden Abdülvahab’a nüfuz etmeye çalıştığını görüyoruz:
“Sürekli olarak onu, Allah seni büyük bir dahi olarak yaratmış, sana Ali ve Ömer’den daha fazla akıl vermiş diye tahrik ediyordum. Eğer sen Peygamber zamanında yaşasaydın, kesin olarak onların yerine geçerdin, diyordum. Onu her zaman seven, saygı duyan birisi olarak gözüküyor ve şöyle konuşuyordum: ‘İslam’da çok yakında meydana gelecek gelişmelerin senin önderliğinde gelişmesini ümit ederim. Zira İslam’ı bu düşüşten sadece sen kurtarabilirsin. İslam’ı düşüşten kurtarman için herkes sana ümit bağlamış.’”
Bu samimiyet sağlandıktan sonra Abdülvehhab’ın daha da potada eritilebilmesi için bir Safiye gerekiyordu. Safiye, İngiltere Sömürge Bakanlığı hesabına Basra’da kendini satarak Müslüman gençleri fuhşa ve fesada alıştıran Hıristiyan bir fahişedir. Humpher bu kadını Muhammed Abdülvehhab ile evlendirilişini şöyle anlatıyor:
“Evine gidip kadına durumu anlattım. Daha sonra ona ‘Safiye’ takma adını taktım ve Muhammed’i onun evine götürmeye karar verdik. Randevulaştığımız günde Muhammed’i Safiye’nin evine götürdüm. Onları bir haftalığına ve bir miktar altın mehirle evlendirdim. Kısacası ben dışarıdan, Safiye içeriden Muhammed’i yetiştiriyorduk. Safiye bilhassa dini hükümleri ayaklar altına almayı ona telkin ediyordu. Muhammed ona delice aşıktı ve her hafta muta’nın süresini uzatıyordu.” (Hatırat-ı Humpher, s.43)
Dini hükümler konusunda nasıl saptırdığını da şöyle anlatıyor:
“Onu evlendirdikten üç gün sonra evine gittim. Bu seferki konuşmamız şarabın haramlığı konusunda olacaktı. Bu konudaki ayet ve hadisleri gözden geçirdikten sonra şöyle dedim: ‘Eğer Muaviye, Yezid, Beni Ümeyye ve Beni Abbas’ın diğer halifeleri şarap içtilerse, bu din büyükleri dini bırakıyor da, şarap içmek sadece sana mı haram oluyor? Şüphesiz ki onlar Allah’ın kitabını ve Peygamberin sünnetini senden ve benden daha iyi biliyorlardı. Onlar Allah’ın kitabından ve Peygamberin sünnetinden şarabın haram değil mekruh olduğu hükmünü çıkarıyorlardı…” Bu şekilde fitne süreci devam ediyor.
Humpher onu tam ikna edemeyince şu taktiği uyguluyor:
“Şarap hususunda Safiye’ye şöyle dedim: ‘Şeyh Muhammed geldiğinde onu kendinden geçir ki, ona şarap içirebilesin.’ Ertesi gün Safiye’yi gördüğümde Abdülvehhab’a şarap içirdiğini, hatta onun sarhoş olarak sokağa çıkıp taşkınlıklar yaptığını söyledi.”
“Zehirlenmeye müsait” olan bir insanın nasıl zehirlendiğini ve burada “Safiye”lerin rolünü anlamamız açısından bu misal çok önemlidir. İngilizler dün bu taktiklerle başarılı oldular, fitne tohumlarını ektiler. Bu kadar başarılı oldukları bir sahayı terk ettiklerini düşünmek ahmaklık olur ve bugün yaşadıklarımızdan da anlaşılıyor ki, “Humpher”lar hala Abdülvehhab karakterlileri “Safiye”lerle kandırmaya devam ediyor.
Allah, dost görünümlü şeytanlardan hepimizi uzak eylesin, gerçek dostlarından bizleri ayırmasın, Âmin.
Murat Çabas / diğer yazıları
- “Oyları böleceğiz, vatanı böldürmeyeceğiz” / 27.03.2024
- Seçimde tiyatrolara aldanmayın! / 26.03.2024
- Oylar bölünmezse hizmet gelmez! / 23.03.2024
- Oyları bölün ki, demokrasi açığa çıksın! / 22.03.2024
- 52’ye 48 düzeni Türkiye’ye zarar veriyor / 20.03.2024
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Seçimde tiyatrolara aldanmayın! / 26.03.2024
- Oylar bölünmezse hizmet gelmez! / 23.03.2024
- Oyları bölün ki, demokrasi açığa çıksın! / 22.03.2024
- 52’ye 48 düzeni Türkiye’ye zarar veriyor / 20.03.2024
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024