Zonguldak…
Çocukluk günleri… Üzülmez deresi taşmış…
Dereye kıyı ana caddeler ve hükümet meydanı su içinde… Neredeyse sandalla gezecekler…
Yağmur bütün şiddeti ile yağmaya devam ediyor. Karadeniz'in kızgın dalgaları kıyıda ne varsa silip süpürüyor…
Ben okulumu düşünüyorum. Oturduğumuz yer beton bina ve ikinci kattayız. Bize bir şey olmaz diye içimden geçiriyorum. Bir yandan da dua ediyorum. Allah bu yağmuru dindirsin diye…
Okulum ahşap bir bina. Gazi Lisesi'nin üstünde. Namık Kemal'in adını vermişler. Sınıfta yürüdükçe mazotla silinmiş tahtaları esner, çok koştuk mu öğretmenler hemen kızarlardı…
Ya bu yağmur okulumu yıkarsa? Ne yaparız sonra biz? Cumhuriyet döneminin bir örnek yapılmış okullarından biri olduğunu yıllar sonra öğrenecektik.
Peki ya maden ocakları? Orayı su basar mı? Orada çalışan tanıdıklarımız var. Halide teyzenin kocası… Yusuf emmi, Nermin ablanın akrabası Seyfettin efendi… Onlara bir şey olmasın?
Öyle üzülürdük ki, sıra sıra geçen madenci cenazelerine… Üstlerinde ay yıldızlı bayrak şehitlik göstergesi imiş. Bilemezdik. Ancak her seferinde ölümle yeniden tanışırdık…
* * *
Ne yağmur uzun sürdü, ne ocaklara su doldu. Ertesi günü hava pırıl, pırıldı… Sokağa çıkmamıza izin verildi. Hemen dere kenarına koştuk. Liman ağzında sürüklenmiş ağaçlar, tahta parçaları, ev eşyaları toplanmış, derenin ağzını tıkayan envaı çeşit malzeme üst üste yığılmıştı. Madenciler ve itfaiye görevlileri, askerler canla başla çalışıyorlardı. Polis ve bekçiler emniyet şeridi oluşturmuşlar, meraklıları çalışmalardan uzak tutuyorlardı.
Kıyıdaki çocuk bahçesinde arkadaşlarımızla biraz oturduk. Durumun yorumunu yaptık. Sonra okullarımız aklımıza geldi. Bülent, Mithat Paşa'da okuyordu. Sümerbank'ın aralığından, kestirmeden bir solukta önce benim okulumu sonra Bülentlerin okulunu görmeye gittik.
Bizim okulda hummalı bir çalışma vardı. Her zaman öğle yemeğini yediğimiz bodrumdaki mutfağı su basmıştı. Dağdan gelen sel, okulun derme çatma duvarlarını aşmış içeri girmişti. Onu boşaltmakla meşgullerdi. Bahçedeki birkaç ağaç devrilmiş, neyse ki kimseye bir şey olmamıştı. Mithat Paşa daha şanslı idi. Okula yakın ağaçların dalları birkaç sınıfın camını kırmış, rüzgâr kiremitleri yerinden oynatmış ama binaya bir zarar vermemişti.
Karnımızın acıktığını, poğaça fırınından birkaç tane alıp yiyerek eve döndüğümüzü hatırlıyorum.
* * *
Şimdi ne zaman o aşırılıkta bir yağmur yağsa çocukluğuma dönerim. İçimi bir hüzün kaplar. Yılların birbiri üstüne nasıl devrildiğini, geçen bunca zamana rağmen anıların belleğimde nasıl ilk günkü canlılığı ile durduğunu düşünür hayret ederim.
Eğitimciliğimizde bize ilk öğretilen şey, çocukların kişiliğinin on yaşına kadar şekillendirildiği, o yaşa kadar hangi iyi ve güzel davranışları, hisleri, düşünceleri aşılarsanız bunun bir ömür boyu devam edileceği anlatılmıştı.
Milli bir duruş sergilemek, güzel anılar oluşturmak, güzel alışkanlıklar kazandırmak, geleceğe hazırlanmak ancak bu yaşlarda ektiğiniz tohumlar ile mümkün oluyor. Genç dimağlara yerleştireceğiniz korkular, sevinçler, güven veya güvensizlik duyguları, yabancı dil öğrenimi, yaşam alışkanlıkları bir ömür boyu sermayesi oluyor.
Boşuna dememişler. Yazar; yaşadığını yazar diye…
Siz ne yaşadı iseniz sizden sonrakilere de aynı şeyleri aktarıyorsunuz. Cumhuriyet eğitiminin aksatılması, o yıllardaki müfredatın yok edilmesi, köylerin kalkınması için başlatılan Köy Enstitüleri, köy kooperatifleri, her köyde bir okul açılması, her köye bir ebe ve hemşirenin zorunlu hizmet kapsamında gönderilmesi, nüfusu az olan veya yolu olmayan mezra ve yerlere katır sırtında gezici köy öğretmenliği ihdas edilerek okuma yazma seferberliği düzenlenmesi az buz işler değilmiş. Bazı köylerde bugün bile bu hizmeti getiren insanların anılması hiç de tesadüf değildir.
İnsanları kaderciliğe ve kedere teslim etmek yerine onlara yaşama sevinci aşılamak, birey olarak neler yapabileceğini fark ettirmekle mümkündür. Onları sürekli korkutarak sindirmeye çalışmak, erkekleri kahveye, kadınları çifte çubuğa mahkûm etmek bizim gibi köklü bir geçmişi olan bir ulusun kaderi olamaz.
Bir avuç topraktan bir vatan yaratan, bir lokma tahıldan bir ambar yaratan, bir satır sözden bir ulus yaratan atalarımıza selam olsun.
Yaşadıklarımızı yazmaya, yazdıklarımızı yaymaya devam etmek, bizim işimize yaramasa da okurların edinimler çıkartmasına hizmet etmeye devam etmek en güzeli…
Kalın sağlıcakla…
- Gözyaşı… / 27.12.2023
- Yazmak, yaşamaktır… / 23.12.2023
- Haydar Hoca'yı unutmayın / 02.12.2023
- Öğretmenim… / 23.11.2023
- Bir zeytin öyküsü… / 11.11.2023
- Yağmur mevsimi… / 07.11.2023
- Çocuk! / 05.11.2023
- Deprem gerçeği / 01.11.2023
- Cumhuriyet anlayışı / 28.10.2023