Yaşadığımız deprem ve sel felaketlerinde hükümetin hiçbir hazırlık yapmadığını görmüş olduk. Peki, bundan sonrası için herhangi bir hazırlıkları var mı?
Dillerde; deprem bölgesinde yıkılan ya da ağır hasarlı olan binalar için yeni binalar yapılması, başta İstanbul olmak üzere diğer illerdeki riskli binalar için de kentsel dönüşüm söylemleri var.
Ama her iki proje de vatandaşları borçlandırmaya dayalı…
Deprem bölgesinde yapılacağı ifade edilen 270 bin konut için vatandaşlara sunulan şartlar; 20 yıl vadeli, faiz devlet tarafından karşılanacak; birden fazla konuta sahip olanlar içinse sadece bir konut için bu şartlarda borçlanma imkanı sunulacak.
Yani her şeylerini kaybetmiş olan vatandaşlar 20 yıl borçlandırılıyor. Belki de bu borçlandırılacak olan vatandaşlar, yıkılan konutlarının borçlarını bile bitirmedi.
Diğer bir husus ise, yapılacak olan yeni binalar, ihtiyacı ne kadar karşılayabilecek? İnşa edileceği ifade edilen konut sayısı 270 bin, dolayısıyla her binada 10 konut bulunsa bu 27 bin bina yapar.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, 11 Mart'ta yaptığı basın açıklamasında, Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat'ta meydana gelen depremlerden etkilenen 11 ilde, 5 milyon 4 bin bağımsız bölümün incelendiğini, 821 bin 302 bağımsız bölüm, 279 bin binanın acil yıkılacak, ağır hasarlı, yıkık veya orta hasarlı olduğunun tespit edildiğini bildirmişti.
Yıkık, ağır hasarlı bina sayısı 279 bin, yapılacağı söylenen bina sayısı 27 bin… İhtiyaç duyulanın yaklaşık yüzde 10'u…
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, hükümetin depremzedelere konut satmasıyla ilgili şu önemli uyarıyı yapmıştı:
"Devlet afet durumlarında ev satmaz, zararı ücretsiz karşılar."
Evet, Anayasasında "sosyal devlet" yazan bir devletin yapması gereken, depreme maruz kalmış ve evleri yıkılmış olan tüm vatandaşlarına hiçbir ücret almadan evlerini teslim etmesidir.
Devlet, vatandaşlarının doğal sigortası olmalıdır. Devlet bunun için vardır, devleti yöneten hükümet bunun formüllerini üretmek için vazifelidir.
Devletin idaresinde bulunan hükümetin görevi, mazeret üretmek, topu taca atmak değil, kimseyi mağdur etmeden, mağdur olanların sırtına daha da yük bindirmeden bu sorunun çözümünü üretmektir.
Gelelim diğer illerdeki riskli binalar için kentsel dönüşüm desteğine… Benzer bir durum maalesef burada da söz konusudur.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile hazırlanan kentsel dönüşüm için yüklenici ve konut üreticilerine destek paketlerini dün açıkladı.
Buna göre, kredi üst limiti 600 bin TL'den, 1 milyon 250 bin TL'ye çıkartıldı.
"Kentsel Dönüşüm Finansman Paketi" kapsamında kişi başı 1 milyon 250 bin liraya kadar finansman imkanı sunulacak, maliyetin 840 baz puana kadarlık kısmı karşılanacak. Bu kredide cüzi de olsa bir faiz olacak ve doğal olarak bu borç da yıllar içinde ciddi bir şekilde artacak.
Yine borçlanma, yine acı faturayı millete ödettirme…
Hükümet yetkilileri acaba tüm vatandaşların gelirlerini kendi gelirleri düzeyinde mi görüyorlar? Ülkemizde TÜİK'in verilerine göre 'atıl işgücü' kapsamında işsiz ve hiçbir geliri olmayan 8 milyon kişinin üzerinde vatandaşımız var. Açlık sınırının altında 8 bin 500 liralık bir maaşla bir ay geçinmeye çalışan 7 milyonun üzerinde ailemiz var. Memurların da çoğu yoksulluk sınırının yarısı kadar bir maaşa talim ediyor.
Aylık rutin giderlerini bile karşılayamayan vatandaşlarımıza, yıkılan evi için de, kentsel dönüşüm kapsamında evinin yenilenmesi için de hükümetin tek çözümü borçlandırma… Bu formül yine bankaları, sermaye sahiplerini daha zengin edecek, vatandaşların 1.5 trilyon liraya yaklaşan borçlarını daha da artıracak, 23 milyonu aşan icra dosyası sayısı daha da kabaracak.
Yıkılan evi için borçlananlar büyük bir ihtimalle borçlarını ödeme imkanı bulamayacak. Kentsel dönüşüm bekleyen vatandaşlar ise çoğunlukla böyle bir borcun altına giremeyecekleri için korku ve endişe içinde hiçbir şey yapamadan hasarlı evlerinde depremi beklemeye devam edecekler. Maalesef tablo bu.
Hükümetin ne öncesinde ne de sonrasında afetleri yönetemediğini artık herkes görüyor. Bunu kabul etmediğini söyleyenler de siyaseten, menfaati gereği bunu söylüyordur.
Şu bir gerçek ki, işin temeli yine ekonomiye dayanmaktadır. Geçtiğimiz yıl 139 milyar TL bütçe açığı veren, bu yıl için 660 milyar TL bütçe açığı hedefleyen ve sadece geçtiğimiz Şubat ayında 170.6 milyar TL aylık bütçe açığı vererek Cumhuriyet tarihi rekoru kıran bir hükümetten afet yönetebilmesini bekleyemezsiniz.
Bütçeyi yönetemeyen, afeti asla yönetemez.
Bütçeyi artıya geçirecek ve bütçeyi olması gerektiği şekilde vatandaşın menfaatine kullanacak samimi ve liyakat sahibi lider ve kadroya ihtiyaç var.
Diğer bir ifadeyle, bütçe gelirlerini artıracak Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli'ni uygulayacak ve "sosyal devlet"i olması gerektiği şekilde hayata geçirecek BTP kadrolarına ve lideri Hüseyin Baş'a ihtiyaç var.
- Açılım, yeni anayasa derken, firmalarımızı kaybediyoruz / 23.07.2025
- İmtiyaz imtiyazı doğurur, imtiyaz bölünmeyi getirir / 22.07.2025
- Şara yönetimine hamilik Türkiye’nin çıkarına değil / 18.07.2025
- Türkiyeli değiliz, Türk Milleti’yiz / 17.07.2025
- Milletimizin ‘Demokrasi ve Milli Birlik Günü’ kutlu olsun / 16.07.2025
- Millet iradesi ‘komisyon’ değil, ‘referandum’dur / 15.07.2025
- Silah bırakan PKK, taviz veren niye biz? / 12.07.2025
- PKK’lılar ve silahları bu kadar mı? / 11.07.2025
- Öcalan: ‘Varlık tanınmış, ana amaç gerçekleşmiştir’ / 10.07.2025