Atatürk'ü anlamak, sadece geçmişi hatırlamak değil; geleceğe nasıl yön vereceğimizi de görmek demektir. O, bir savaşın galibi olarak değil, savaşsız bir geleceğin mimarı olarak tarihe geçti. Onun dış politika anlayışı, "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözüyle özetlenir; ama bu sadece bir barış çağrısı değildir. Bu söz, devlet yönetiminde aklın, gerçekçiliğin ve dengeli gücün rehberliğini temsil eder.
1. Bağımsızlığın gerçek anlamı: Kendi ayakları üzerinde duran devlet
Atatürk'ün dış politika vizyonu, kurtuluş savaşının acı tecrübelerinden doğdu. Osmanlı'nın son döneminde dış borçlara, kapitülasyonlara ve yabancı baskısına dayalı sistem çökmüştü.
Ona göre, bir ülkenin dış politikada onurlu olabilmesi için önce içeride kendi ayakları üzerinde durması gerekir. Yani güçlü bir ekonomi, sağlam kurumlar, eğitilmiş bir toplum ve milli irade olmadan hiçbir dış politika kalıcı olamazdı.
Bu nedenle Cumhuriyet'in ilk yıllarında öncelik, yeni savaşlar değil, iç barış ve kalkınmaydı. Atatürk, "gereksiz maceralardan uzak durma" ilkesini sık sık vurguladı. Ülkenin enerjisini savaşlara değil, sanayiye, eğitime, hukuka ve modernleşmeye yönlendirdi. Böylece dış politika, iç reformların korunmasını sağlayan bir güvenlik kalkanına dönüştü.
2. Barışı korumak: Diplomasiyle kurulan güç
Atatürk'ün en büyük başarısı, barışın yalnızca iyi niyetle değil, diplomasiyle korunabileceğini göstermesidir.
Cumhuriyet'in ilk on beş yılında Türkiye'nin attığı adımlar, bunun en net örnekleridir.
Balkan Antantı (1934) ile Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya'yla birlikte bölgesel barış paktı kuruldu. Bu sayede Türkiye'nin batı sınırları güvence altına alınırken, komşular arasında iş birliği kültürü gelişti.
Sadabad Paktı (1937) ise İran, Irak ve Afganistan'la dostluk ve saldırmazlık temelinde kuruldu. Türkiye böylece doğusunda da güvenli bir çevre oluşturdu.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi (1936) ile Türkiye, uluslararası dengeyi ustaca kullanarak Boğazların kontrolünü barışçıl yoldan geri aldı.
Bu örneklerin ortak noktası, hiçbirinde silahın değil, aklın konuşmasıdır. Atatürk diplomasiyi, ulusun güvenliğini sağlamanın en akılcı yolu olarak görmüştür.
3. Denge siyaseti: Ne bağımlı ne yalnız
1930'ların dünyası, bugünkü kadar karmaşıktı. Bir yanda yükselen faşizm, diğer yanda sömürgeci güçler… Türkiye, bu büyük fırtınanın ortasında yeni doğmuş bir devletti.
Atatürk, ülkesini bu baskılar arasında ayakta tutmak için denge politikasını benimsedi. Ne bir blokun içine kapandı ne de kendini yalnızlığa mahkum etti.
Türkiye, gerektiğinde Batı'yla diyalog kurdu, gerektiğinde Doğu'yla iş birliği yaptı; ama her adımda ulusal çıkarlarını merkeze koydu.
Bu yaklaşım, bugünün dünyasında da geçerliliğini koruyor. Çok kutuplu bir sistemde, güçlü devletler arasında denge kurabilmek, hala dış politikanın en zor ama en gerekli sanatıdır.
4. Barışın gücü: Caydırıcılıkla gelen huzur
Atatürk'ün barış anlayışı zayıflık değil, özgüvenin ifadesidir. O, barışın ancak savunma gücüyle desteklendiğinde kalıcı olacağını bilirdi.
Türkiye'nin erken Cumhuriyet döneminde orduyu yeniden yapılandırması, bunun içindir. Barışa inanmak, hazırlıksız olmak anlamına gelmezdi.
Atatürk, "Yurtta sulh" derken bile caydırıcı bir devlet aklını esas aldı. Çünkü barışı korumanın yolu hem diplomatik hem askeri açıdan güçlü olmaktan geçer.
Bugün de bu yaklaşım geçerlidir. Gerçek barış, ancak güçlü, saygın ve öngörülü bir dış politikayla mümkündür.
5. Günümüze bıraktığı ders
Atatürk'ün dış politikası, yalnızca geçmişin bir hikayesi değil, bugünün kılavuzudur.
Dünyanın yeniden güç mücadelelerine sahne olduğu, bölgesel çatışmaların ve ekonomik krizlerin arttığı bir dönemde, onun öğrettiği üç temel ilke hala yol göstericidir:
1. Akıl ve gerçekçilik: Dış politika duygularla değil, ulusal çıkarların soğukkanlı analiziyle yapılır.
2. Bağımsızlık: Hiçbir büyük gücün gölgesine sığınmadan kendi kararlarını verebilen bir devlet, kalıcı saygı görür.
3. Barışa dayalı güç: Güç, saldırmak için değil, barışı korumak için kullanılırsa anlam kazanır.
Bu ilkeler, Türkiye'yi 20. yüzyılın en zor dönemlerinden barışla çıkarmıştı. Aynı akıl bugün de ülkenin rehberi olmalıdır.
6. Bir mirası yaşatmak
Atatürk'ün en büyük başarısı, milletine sadece bir zafer değil, bir düşünme biçimi bırakmasıdır.
Onun dış politikası, "savaşı reddetmek" değil, "savaşsız yaşamanın yollarını inşa etmektir."
Bu yüzden Atatürk'ü anmak, yalnızca geçmişe bakmak değildir. Onu anlamak; diplomasiye, bilime, akla ve barışa dayalı bir gelecek inşa etmek demektir.
O miras bize hala şunu fısıldıyor:
Gerçek zafer, barışı sürdürebilmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Atatürk'ün dış politika felsefesi: Barışın stratejik gücü / 10.11.2025
- Rubio'nun Orta Asya hamlesi / 09.11.2025
- Küresel dengenin kırılma noktası: ABD, Rusya ve Türkiye'nin zor tercihleri / 08.11.2025
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Filistin'de sol hareketlerin dünü ve bugünü / 05.11.2025
- Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Türkiye ziyareti / 01.11.2025
- Trump'ın Asya turu: Barış fotoğrafları ve ticaret hamleleri / 31.10.2025
- Hindistan'ın petrol dengesinde ince hesap: ABD'ye rağmen Rusya ile ticaret / 30.10.2025
- Balkanlar'da barut kokusu: Gerçek mi, algı mı? / 29.10.2025
- Rubio'nun Orta Asya hamlesi / 09.11.2025
- Küresel dengenin kırılma noktası: ABD, Rusya ve Türkiye'nin zor tercihleri / 08.11.2025
- Dış politikada duruş meselesi: Geçmişten bugüne / 07.11.2025
- Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum / 06.11.2025
- Filistin'de sol hareketlerin dünü ve bugünü / 05.11.2025
- Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in Türkiye ziyareti / 01.11.2025
- Trump'ın Asya turu: Barış fotoğrafları ve ticaret hamleleri / 31.10.2025
- Hindistan'ın petrol dengesinde ince hesap: ABD'ye rağmen Rusya ile ticaret / 30.10.2025
- Balkanlar'da barut kokusu: Gerçek mi, algı mı? / 29.10.2025


















































































