İklim şartlarındaki keskinliklerin farkındasınız. Yağmur bir anda ve şiddetli yağıyor, sel felaketleri yaşanıyor. Çok nadir gördüğümüz dolu, artık daha sık, daha iri tanelerle ciddi hasarlar verecek şekilde yağıyor. Kar yağışlarında azalma var. Rüzgar daha şiddetli esiyor, hiç görmediğimiz hortumlar artık ülkemizin birçok yerinde hasar verecek şekilde yaşanıyor.
Okyanuslara kıyısı olmayan ülkemizde bile bir anda felaketlere, hatta can kayıplarına neden olan iklim değişikliği, okyanus ülkelerini kıyaslanamayacak derecede vuruyor. Örneğin ABD'de eskiden yılda bir kez görülen büyük kasırgalar, son yıllarda sıkça görülmeye başlandı.
Ülkemizde de, dünya genelinde de, yağmur sel oluyor, rüzgar fırtına olarak esiyor, güneş kavuruyor, sıcaklar yangına dönüşüyor. İklim şartlarının sertleşmesinin temel nedeni küresel ısınma ve bu ısınma neticesinde buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi…
Yaşanan bu gelişmelerle ilgili özellikle 2000'li yılların başından bu yana çok ciddi araştırmalar yapılıyor.
Washington Üniversitesi'nde Profesör Adrian Raftery liderliğinde yürütülen araştırma, yüzyılın sonunda Dünya'nın ısısının 2 ila 4,9 derece artma ihtimalini yüzde 95 olarak gösterirken, 1,5 derece veya daha az ısınma olasılığını yüzde 1 olarak verdi. Raftery, ortalama sıcaklık artışının 3,2 derece olacağı öngörüsünde bulundu.
Max Planck Meteoroloji Enstitüsü'nden Thorsten Mauritsen'in yürüttüğü, geçmiş yıllardaki sera gazı emisyonlarının ve fosil yakıt kullanımının incelendiği diğer araştırmada, insanların hemen şimdi fosil yakıt kullanmayı kesmesi halinde bile Dünya'nın 2100 yılına kadar yaklaşık 2 derece ısınacağına dikkat çekildi. Mauritsen, sera gazı emisyonların 15 yıl daha sürmesi durumunda sıcaklık artışının 3 dereceyi bulabileceği tahmininde bulundu.
Sera gazının salınımını azaltmak için ülkeler arasında Paris Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmanın temel hedefi, küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar 1,5 ila 2 derece arasında sınırlandırılmasıydı. Fakat küresel ısınmanın en büyük müsebbiplerinden olan ABD bu antlaşmadan çekildi.
Colorado Üniversitesi iklim uzmanları, okyanus su seviyesinin yükselişiyle ilgili bir çalışma yaptılar ve bu, Proceedings of the National Academy of Sciences'da yayınlandı.
Bu araştırmaya göre, bilim adamları hava gözlem verilerine dayanarak üretilen dinamik modeller sayesinde, deniz seviyesinin yılda 2,9 milimetre yükseldiğini, yıllık ortalama yükseliş hızını da 0,084 olarak tespit ettiler. Bunun anlamı, yüzyılın sonuna gelindiğinde okyanus seviyesinin 2005 yılına oranla 65 santimetre yükselmesiydi.
Normal şartlar altında gerçekleşen bu yükselme, Florida'nın güneyi, Bangladeş, Şanghay, Washington'un bir kısmı gibi bölgelerin sular altında kalmasına neden oluyor.
Fakat felaket sadece bununla sınırlı değil elbette… ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), daha önce sağlam ve küresel hava değişimlerine karşı dayanıklı olduğu düşünülen Doğu Antarktika'daki buzulların hızlı bir şekilde erimeye başladığını tespit etti. Doğu Antarktika'daki buzulların sonuna kadar erimeleri durumundaysa okyanus seviyesinde artış yaşanması neticesinde felakete eşdeğer sonuçlara yol açabileceği vurgulandı.
Özellikle de o bölgenin en büyük boyutlara sahip Totten buzulunun eriyerek küçüldüğü belirtilen açıklamada, Doğu Antarktik buz tabakasının serbest kalmasına sebep olabilecek bu devasa buzulun tamamen erimesi halinde dünyadaki su seviyesinin 3 metreden fazla artacağı vurgulandı. Araştırmada, ayrıca daha küçük boyutlardaki Underwood, Bond, Adams ve Vanderford buzullarının 2008 yılına göre neredeyse 3 metre küçüldüğü ve her yıl 25'er santimetre küçülmeye devam ettiği de ifade edildi.
Bu bilimsel gerçekleri doğru olarak okumak, ne anlama geldiğini öngörmek ve buna karşı önlemler ortaya koymak çok önemlidir.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, 2000'li yılların başından bu yana küresel ısınmanın, buzulların erimesinin, okyanus seviyesinin artmasının hem dünya hem de ülkemiz için ne anlama geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Sayın Baş'ın ifadesiyle, yaşanan kötü iklim şartları ABD'nin yer aldığı Kuzey Amerika kıtasını yaşamaz bir hale dönüştürecektir. ABD kendisine vatan aramaktadır ve vatan olarak ülkemizin de bulunduğu Ortadoğu coğrafyasını seçmiştir.
Yani 22 İslam ülkesinin rejimlerini ve sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi, ABD'nin vatan projesidir, işgal projesidir. ABD, Kuzey Amerika kıtasında kalmayı düşünmemekte, İsrail'le birlikte Ortadoğu'ya yerleşim planlarını hayata geçirmektedir. Bu durum, Paris Antlaşması'ndan neden çekildiğini izah etmektedir.
Bu bilimsel gerçeklerden yola çıkarsak, ABD ile inadına stratejik müttefiklik, ABD dolarına inadına bağımlılık bizi hayırlı bir sonuca asla götürmeyecektir. Bu sebeple hem BOP fırtınasına hazır olmalıyız, hem de değişen küresel iklim şartlarına… Prof. Dr. Baş'ın Milli Ekonomi Modeli her ikisine yönelik tehlikeleri bertaraf etmek için yol haritamız olmalıdır.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Churchill: Sadece Mustafa Kemal’i hesaba katmamışız / 19.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024