Anayasamızın "değiştirilemez" maddelerinden olan ikinci maddesinde şöyle yazılır:
"Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir."
Demokratik, sosyal ve hukuk kelimelerinin aynı cümle içinde geçmesinin nedeni birbirlerini tamamlıyor olmalarındandır.
Diğer bir ifadeyle biri yoksa, diğeri de yoktur.
Demokrasi; bir devlet çatısı altında bulunan tüm bireylerin yönetimde söz sahibi olmasını ifade eder.
Sosyal devlet; milleti için var olan, milletini özgürce ve insanca yaşatan, milletinin temel ihtiyaçlarını sağlayan, onları kimseye muhtaç etmeyen devlettir.
Hukuk devleti ise; yargı erki millet yararına bağımsız olan, bu konuda hiç kimsenin güdümünde olmayan, "hukukun üstünlüğü esastır" ilkesiyle hareket eden, hiçbir vatandaşını ötekileştirmeden temel haklara erişimlerini sağlayan, haklıya hakkını veren, haksıza haddini bildiren, haklara erişim ve ceza konularında her bir ferdine eşit mesafede olan, "Devletin dini adalettir" temel ölçüsüne sahip devlettir.
Bütün bu gerçekleri önümüze koyarak kendimize soralım: Biz bugünün Türkiye'si olarak gerçekten Anayasamızda ifade edildiği gibi demokratik, sosyal bir hukuk devleti miyiz?
Ülkemizdeki seçimleri ele alalım.
Yıllardır uygulanan yüzde 10 seçim barajıyla, Anayasal bir hak olan "seçme ve seçilme hakkı" gasp edilmektedir.
Hükümet ve ortağı, seçim barajını yüzde 7'ye düşüreceklerini açıklayarak sanki bir lütufta bulunmaya çalışmaktadır.
Halbuki seçim barajı yüzde 10 da olsa yüzde 1 de olsa demokrasinin önündeki en büyük engeldir.
Seçim barajlarının olduğu bir devlet asla demokratik olamaz.
Hem bireylerin devlet yönetiminde söz sahibi olmasından bahsedeceksiniz hem de, "Senin tercihin barajın altında kaldı, yok hükmündedir" diyeceksiniz; kendinizi ve milletinizi kandırmanıza gerek yok.
Ayrıca sadece Meclis içindeki partilere seçim yardımı yapılması, Meclis dışındaki partilere bir kuruş destek olunmayıp kendi kaderlerine terk edilmesi; seçim propaganda imkanları arasındaki uçurumlar; iktidar partisinin seçim çalışmalarında devlet gücünü ve imkanlarını da kullanması; muhalefet üzerindeki baskılar; basın yayın organlarına ifade özgürlüğünün verilmemesi ve daha nice etkenler ülkemizin demokraside sınıfta kaldığının en bariz göstergeleridir.
Bir devletin demokratik olabilmesi için "sosyal devlet" olması lazım dedik; çünkü bireyler devlet yönetimi için sağlıklı ve doğru bir karar verebilmesi için ekonomik olarak özgür, beden olarak sağlıklı ve eğitimli olması şarttır.
Borç batağında, geçinemeyen, zamlar altında inim inim inleyen, bugününü dahi geçiremeyen, gelecekten umudu olmayan, işsiz, aç, yoksul, hasta, eğitimsiz, okumayan, okuduğunu anlamayan, kendisine dayatılanı mutlak doğru kabul eden bir vatandaş profilinden nasıl doğru bir tercih, nasıl bir demokrasi çıkar?
Hukuk ve adalet de demokrasinin olmazsa olmazıdır. Aklı hür, vicdanı hür olan bireyler, ancak hukukun üstünlüğü ve adaletin tesisi ile oluşabilir.
Baskıların olduğu, "Ya tarafsın ya da bertarafsın" denilen bir atmosferde, düşünmenin, düşüncenin ve ifade etmenin suç olduğu bir ortamda demokrasi asla ortaya çıkamaz.
Demokratik olmak için; seçim barajları kaldırılmalıdır, bireylerin verdiği oylar Meclis'e mutlaka yansımalıdır.
Kurulan her partiye eşit propaganda imkanı tanınmalıdır.
Seçim yardımları, Türkiye geneli, bölgesel ve yerel olarak değerlendirilip, Meclis'te olup olmadığına bakılmaksızın Türkiye geneli olan tüm partilere eşit miktarda yapılmalıdır. Bölgesel ve yerel olanlar da adil olarak belirlenmelidir.
Vatandaşların gelir seviyesi yoksulluk seviyesinin üstüne çıkartılmalıdır. Gelir dağılımındaki uçurum ortadan kaldırılmalıdır.
Sosyal devlet gereği yol, su, elektrik ve ısınma giderleri devlet tarafından karşılanmalıdır.
Eğitim ve sağlık hizmetleri bedava olmalıdır.
Devlet vatandaşlarının barınma sorununu bir kişi bile kirada kalmayacak şekilde mutlaka çözmelidir. Ev sahibi olmak temel haklardandır.
Adalet ve haklara erişim her vatandaşa eşit mesafede olmalıdır. Suçlular, kim olduğuna bakılmaksızın cezasını bulmalıdır. Cezalar caydırıcı olmalıdır. Toplumda umutsuzluk ve güvensizlik oluşturan şiddet olayları iyi bir eğitim ve caydırıcı cezalarla tamamen bitirilmelidir.
İşte bu ve benzeri bütün koşullar yerine getirilirse o devlet demokratiktir diyebiliriz.
Bu manada ekonomik sorunların giderilmesinde Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli, sosyal hukuk devleti olunması için de yine Sayın Baş'ın Sosyal Devlet Milli Devlet tezi yol haritası olmalıdır.
Bir devletin demokratik olması için tüm basamaklar bu eserlerde var.
Şu an uyguladığımız kapitalist sistem demokratik sosyal hukuk devletinin önündeki en büyük engeldir.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın dediği gibi tüm sorunların çözümü için sistem değişmesi lazım, Prof. Dr. Haydar Baş'ın Milli Ekonomi Modeli uygulanması lazım.
- Terör örgütünden fesih yorumu: Demokratik konfederalizm / 16.05.2025
- Trump’tan Şara’ya ‘Abraham Anlaşması’ şartı / 15.05.2025
- BTP lideri Hüseyin Baş hakkında bir garip iddianame! / 14.05.2025
- 'Terörsüz Türkiye' açılımından teröristler neden memnun? / 13.05.2025
- Demokratikleşme derken federasyonu mu kastediyorlar! / 10.05.2025
- Şara’nın Fransa ziyareti SDG’yi güçlendirdi / 09.05.2025
- Hindistan-Pakistan çatışmalarını nasıl okumalıyız? / 08.05.2025
- Trump'ın memnuniyeti, Türkiye'nin mağduriyeti demektir / 07.05.2025
- ‘Bu saldırı, demokrasiye yapılmış bir saldırıdır’ / 06.05.2025