Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş senedi olan Lozan Bariş Antlaşmasi hakkinda ne kadar konuşsak, ne kadar yazsak azdir. Özellikle de Lozan'ın rafa kaldırılmak istenip Cumhuriyetimizin temeline dinamit konmak istendiği günümüzde...
Lozan siyasi, sosyal, askeri birçok sahada bağımsızlığımızı sağlamakla kalmamış, bütün bu bağımsızlıların temeli olan ekonomik bağımsızlığımızın da teminatı olmuştur.
Ekonomimizi perişan eden, yerli üreticiyi ortadan kaldıran, bizi tamamen dışarıya bağımlı hale getiren kapitülasyonlar Lozan'la beraber ortadan kaldırılmıştır.
Dilerseniz bizi yabancılara köle haline getiren kapitülasyonlar sürecini biraz irdeleyelim.
Kapitülasyonlar, Osmanlı Devletinde yabancıların statüsünü tespit eden hukukî, malî, idarî ve dinî özellikteki antlaşmalar. Kapitülasyonlara, "imtiyaz" veya "imtiyâzât-ı ecnebiyye" de denir.
Osmanlı tarihinde ilk olarak Sultan Birinci Murat Han zamanında, 1365 yılında, Dalmaçya kıyılarında fakir bir ülke olan Ragusa Cumhuriyetine, beş yüz duka karşılığında ticarî imtiyaz verildi. Sonradan başta Fransızlar olmak üzere diğer yabancı ülkelere de verildi.
Osmanlı padişahlarının, siyasî ve ticarî menfaatlerine uygun olarak verdikleri imtiyazlar, Avrupa'da Osmanlı idaresi lehinde büyük propaganda yapılmasına, Osmanlı Devletinin büyüklüğünün tanınmasına, dolayısıyla İslâmiyet'in yayılmasına yol açtı.
Hattâ Avrupa'da reform hareketlerinin önderi olarak kabul edilen Luther'in; "Ey Rabbim! Büyük Türkleri bir an önce başimiza getir de, senin ilâhî adaletinden onlar sayesinde nasibimizi alalim" demesine sebep oldu.
Bu kapitülasyonlar, yabancılara; Osmanlı Devletinde yerleşmek, dolaşmak ve ticaret yapmak haklarını tanıyordu. Ancak ticaret hususunda tam bir serbestliğe sahip bulunmuyorlardı.
Bu dönemlerde kapitülasyonlar padişah fermanıyla belirleniyor ve padişahın vefatından sonra tekrar yenileniyordu. İlk olarak 1740 tarihinde Sultan Birinci Mahmut ile Fransa Kralı Onbeşinci Louis arasında, daimî statü ile yeni bir kapitülasyon antlaşması yapıldı.
Yeni antlaşma, Fransa'ya tanınan ticarî ve hukukî imtiyazları genişlettiği gibi, kapitülasyon kavramına da yeni bir nitelik kazandırdı ve karşılıklı bağlayıcılığı olan bir ticaret muahedesi şeklini aldı. Bu devrede verilen imtiyazların hiçbirisi, devletin aleyhine olmamıştı. Zira maksat, batıya kayan ticaret yollarını tekrar Osmanlı ülkesine çekmek ve iç pazarı da devlet eliyle korumaktı. Bu durum, 1838'e kadar Osmanlı lehine devam etti.
1838'de İngiltere'yle başlayan ve diger Avrupa devletleriyle devam eden bir dizi ticarî antlaşma, Osmanli Devletinin iktisadî bakimdan batinin hakimiyeti altina girmesine sebep oldu. Bilhassa Ingilizlerin yetiştirmesi olan Mustafa Reşit Paşa ve arkadaşlarinin gayretleriyle imzalanan 1838 Baltalimani Antlaşmasi, yabanci ülkelere, Osmanli Devletini sömürmek için kapitülasyonlara ek ticaret imtiyazlari sagladi.
1838 ticaret antlaşmalariyla Osmanli Devleti, bazi ticaret eşyasi üzerinde mevcut yed-i vâhid (tekel) usulünü kaldırmayı taahhüt ederek, yabancılara iç ve dış ticaret hususunda tam bir serbestlik tanıdı.
Osmanlı ülkesinden çıkacak mal üzerinden % 9 iskele ve % 3 çıkış resmi olmak üzere % 12 nispetinde resim alınmaktaydı.
Mustafa Reşit Paşanın yetiştirmelerinden; Ali ve Fuat paşalar da, 1861'de imzaladıkları yeni ticaret antlaşmalarında, 1838 ticaret muahedelerinin iç ve dış ticaret serbestliği prensibini öngörmesi yanında, ihraç edilen mallardan alınmakta olan % 12 iskele ve gümrük resmini yabancı tüccarlar için başlangıçta % 8'e ve sekiz yıl sonra da % 1'e indirdiler.
Böylece 1838'de Reşit Paşa ile başlayan ve 1861'de Ali ve Fuad paşalarla devam eden idareciler, Osmanliyi Avrupa'nın mahkûmu yaptılar.
Artık yabancı tüccarlar, Osmanlı memleketlerine yayılıp Osmanlı tüccarları gibi iç ticarette iş yapıyorlar, hammaddeyi kolaylıkla Avrupa'ya ihraç ediyorlar, mamul getirip satıyorlardı. Kendi memleketlerinde bundan daha kârlı ve imtiyazlı ticaret yapmalarına imkân yoktu. Avrupalı tüccarlara verilen bu imtiyazlara karşılık, Osmanlı tüccarlarının ve esnâfının korunması için en ufak bir tedbir alınmamıştı. Ali ve Fuat paşaların ıslahat lâyihalarında, ticarete dair ciddî tek bir fikir yoktu.
Osmanlı topraklarından hammadde ihracı başlayınca, yerli sanayi, hammadde bulmakta sıkıntıya düştü. Başka bir ifadeyle Osmanlı sanayiinin çöküşü hızlandı. Böylece Osmanlı ekonomisi, zamanla, mevcut gücünü kaybetti ve gelişmelerin gerisinde kaldı.
Nihayet Avrupa'nın gittikçe gelişen ve genişleyen ticarî, iktisadî ve teknolojik rekabeti karşısında tutunamayarak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir çöküş dönemine girdi.
Avrupa devletlerinin desteğine duyulan ihtiyaç, Osmanlı hükümetlerini, onların karşısında meselelerini eşit şartlarda müzakere etme gücünden mahrum bıraktı. Yapılan bu ticarî antlaşmalar, başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinin mallarına karşı ilgiyi arttırarak, yerli mallara olan talebi azalttı. Bilhassa Osmanlı lirasının değerinin yüksek tutulması, yabancı tüccarı cezbederken, yerli sanayii hareketsiz bıraktı. Ticaret ve sanayi geriledi.
Yarın değerlendirmemize devam edeceğim.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Bugün ulusal egemenliği kazandığımız gün / 23.04.2024
- Asılla vekil arasındaki gelir uçurumu! / 20.04.2024
- Enflasyon ve cari açık bahanesiyle fakirleştiriliyoruz! / 19.04.2024
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Seçimde katmerli adaletsizlik / 05.04.2024
- BTP oylarını artırdı / 03.04.2024
- Sandıktan ‘çözüm’ değil, ‘tepki’ çıktı / 02.04.2024
- Asılla vekil arasındaki gelir uçurumu! / 20.04.2024
- Enflasyon ve cari açık bahanesiyle fakirleştiriliyoruz! / 19.04.2024
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Seçimde katmerli adaletsizlik / 05.04.2024
- BTP oylarını artırdı / 03.04.2024
- Sandıktan ‘çözüm’ değil, ‘tepki’ çıktı / 02.04.2024