Çocuklarımız girecekleri sınavlarda başarılı olsunlar diye en iyi olanakları sağlamaya çalışıyoruz. Tatmin olmuyor, dershanelere gönderiyoruz. Yetmiyor, özel öğretmen tutuyoruz. Niçin? Şu sınavlarda başarılı olsun ve gelecekte iyi noktalara gelsin, diye.
Diğer taraftan 'hayatın' kendisinin de bir imtihan olduğunu, kendimizin, evlatlarımızın imtihan da olduğunu da itiraf ediyoruz.
Evlatlarımız dünyadaki başarı ve gelecekleri için bütün varlığımızın seferber ederken ebedi hayat için pek kılımızı bile kıpırdatmıyoruz.
Sanki asıl imtihanı boş vermiş gibiyiz. Çalışmıyoruz da. Hatta çoğu zaman imtihanda olduğumuzu unutup kafaya (nefis-şeytan) göre takılıyoruz.
Bu unutkanlığımız, bu tembelliğimiz hem kendimizi, hem de her şeyimizi adadığımız çocuklarımızın başarısızlığına sebep olacak. Bu öyle sıradan bir başarısızlıkta değil. Acı verici bir başarısızlık.
Bir kere hem kendimizin, hem de ailemizin imtihanda olduğunu yüzde yüz benliğimize işleyeceğiz.
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
"Dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir." (Âl-i imrân: 185)
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67) buyuran Yüce Allah (c.c) dünya hayatının geçici olduğunu, imtihan vesilesi olduğunu, aldanmamamız gerektiğini ve asıl hayatın ölümden sonra başladığını birçok ayetinde defalarca vurgular.
Habibi Resul (s.a.a.v) dünyayı geçiş yurdu, hayatı da bir yolcunun ağaç altında dinlendiği sure olarak tabir etmiş, kalıcı olanı isteyin, demiştir.
Bir diğer bakış olarak da, dünyayı ahiretin tarlası olarak tariflendirmiş, 'helalin hesabı, haramın ise azabı olduğunu' hep hatırlatmıştır.
Hayatın bir adı 'arayış', bir diğer adı da 'bekleyiştir'.
Neyi aradığını ve neyi beklediğini bilenlere selam olsun.
Peki, neyi arıyor ve neyi bekliyoruz?
Aradığımız O'dur (c.c). Beklediğimiz ise adına ölüm, denilen gerçekte ise vuslat, kavuşma olan ruhu sahibine teslim etmektir, ölerek ölümsüz olmaktır.
İşte bu hakikati ilk önce benliğimizde yaşamamız, nefsimize kabul ettirmemiz şarttır ki, ondan sonra çocuklarımıza ışık olalım, rehber olalım.
Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız şöyle der: 'İnsanın, vahdete evvelâ kendi iç dünyasında kavuşması lâzımdır.
Kendi içinde kavgalı olanın, dış tabiatında faydalı olması mümkün değildir. İnsanın önce kendi kendi ile uyumlu olması lazımdır. Bu da kendinde inancı hakim kılmasıyla mümkündür. Yani tevhidi evvelâ nefse kabul ettirmek şarttır."
Bu kabul olmasa ne olur? Kendiyle kavgalı insanlar, kendiyle kavgalı toplumlar, insanlık ile kavgalı insanlar ortaya çıkar. Kısaca yaşadığımız dünya; Mutsuz insan, mutsuz toplumlar ve kan tablosu.
Bu tablonun nedenini Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız şöyle açıklardı: "Gasp, hırsızlık, intihar vakalarının arttığı günümüzde insanımız mutsuz. Ailesi ile sevdikleri ile iş arkadaşları ile ve hepsinden önemlisi kendisi ile kavgalı…
Bu bozuk psikoloji sadece ülkemizde değil, dünya insanlığı için de geçerli. İnsanlık buhran içinde…
Her gün gelişen ve hayatı kolaylaştırdığından bahsedilen teknoloji veya değişen sistemler, rejimler ve metotlar arayışına çare olamıyor.
İnsanlık feodalizmi, kapitalizmi, komünizmi denedi ama tatbik edilen hiçbir prensip mutlak huzura ve aslında "esas aranana" ulaştıramadı.
Öyleyse, bugün fertlerin şahsi bunalımlarından kurtulma çabaları, toplum bazında rejim değişiklikleri ile yapılmak istenenler, denenen farklı rejimler vs. kendinden kaçan insanın bilmeden kendini arama seferberliğidir.
Yapılanın yeterli olmaması, mülkün sahibine dönülmedikçe bu arayışın bitmeyeceğinin ispatıdır.
Demek ki insan, madde planını da şekillendirecek manevi sahada bir yolculuğa çıkmalıdır."
Bu yolculuğa tevhit ile çıkılır. Bu öyle bir yolculuk ki, sadece kendimizi değil çevrimizi huzura, mutluluğa götürür.
Sözü yine Baş Hocamıza verelim:
"Bugün insanlığın aradığı Allah'tır. Neden? Çünkü O'ndan geldik ve mutlaka O'na gideceğiz.
Allah, "Ben, ona ruhumdan üfledim" diyor. O'nun cevherini taşıyoruz. O'nu bulana kadar bu sevda devam eder, bu arayış devam eder. Bu arayışı bitirmek istiyorsak, bilmemiz lazım ki, bunun yolu dış tabiatımızda değil, iç tabiatımızda, kalptedir.
Ben, Allah'a yürümek istiyorum! Doğru! Güzel! Peki, nerede yürüyeceksin? Kalp caddesinde…
O'nu şu veya bu caddeden gidip bulamazsın. Kalpten gidip, bulacaksın. Niye? İnsan, o ibadetle, o zikirle Allah'a yürüyor.
Allah'a yürüdükçe O'na yaklaşıyor. Allah ile konuşuyor, sohbet ediyor, arkadaş oluyor. Bizim için mutlak örnek olan Allah'ın Sevgilisi ve Ehl–i Beyt'in hayatına baktığımızda bu halin zirvesini müşahede ediyoruz.
Kısaca, mutlu ve huzurlu bir dünya hayatının elde edilmesi ve ahiretin kazanılması, zikir ve ibadetle mutmain olmuş kalpten geçer. Allah bu konuda hepimizi muvaffak eylesin."
Hayırlı iftarlar…
Akın Aydın / diğer yazıları
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024